1.8

204 37 18
                                    

MIIA-DYNASTY

Doktorun elime tutuşturduğu telefon ve bilgisayarıma bir müddet bakındım. Olayın üzerinden sadece iki ay geçmişti, bana bu kadar çabuk verebileceklerini asla düşünmemiştim. -onlar için çabuk tabii-

Başımı kucağımda tuttuğum aletlerinden ayırdım ve aynada kendime baktım. Yüzümde bir hafif burukluk vardı. Ama bu, bir tebessüö burukluğudu.

Gözlerimi kendimden ayırmadan, kucağımdakileri yatağımın üstüne koydum. Biraz kendime doğru yaklaştım.

Bazen, iyi ki dışarı çıkamama hastalığın var. Üç beş insandan başka kimse bu çirkinliği görmek zorunda kalmıyor.

Ellerimi saçlarıma doğru uzattım. Belime kadar gelmişlerdi ve iki aydır ailemden kimseyle itibarata geçmediğim için, dipleri siyahlaşmıştı.

Belki de, saçlarımı kestirip gri renginden vaz geçmeliydim? Ne de olsa siyahı seviyordum. Hem aileme de masraf çıkartmış olmazdım.

Hem aileme... masraf çıkartmış olmazdım.

Aynanın dibine kadar yaklaştım ve kendi gözlerime baktım. Ben... Masraftım, değil mi?

Yıllarca bana baktılar, özel okuttular, yedirdiler, tedavi etmeye çalıştılar, içirdiler, bu masrafların hepsi benim için çıkarılmıştı.

Diğer ailelerde böyle yapar mıydı? Mesela Luka'nın ailesi, böyle yapar mıydı? Çocuğunun masrafından kaçınır mıydı? Korur muydu? Sever miydi?

İçimde hızlanan sorularla, ne kadar hızlı nefes aldığımı fark edememiş ve kendimi yatağa oturtmuştum.

Kardeşim, benden bu yüzden mi nefret ediyordu?

Ellerimle kulaklarına bastırdım ve zihnimden geçen sesleri bastırmaya çalıştım. Ama öyle bir salaktım ki, zihninin kulakların da derininden olduğunu unutmuştum.

İstemeden de olsa sallanmaya ve titremeye başlamıştım.

Sıkı sıkı kapattığım gözlerimi hızla açtım ve etrafa bakındım. Titremem ve sallanmam bir anda durmuştu. Etrafıma bakındım.

Dizilerde sürekli gördüğüm metroların ordaydım. Ama... Bembeyaz bir metroda.

Kalbim sanki bir daha asla atmayacakmış gibi atarken, ellerimi kalbimin üstüne koydum.

Kalbim atmıyordu ki...

Başımı eydim ve kalbimin olduğu yere baktım. Kalbimin olduğu bölmeden akan kırmızı bir sıvıyı ellerime değdirdim ve arkama bakındım.

Görünen tek şey kehribar renginde gözlerdi.

Nefes almayı bıraktığım o anlarda, bunun kehribar rengi gözlerine bayıldığım kişinin yapmasına hafifçe gülümsedim.

"Luka..." diye fısıldadım hafifçe. "Yine mi kalbimi alıp gideceksin?"

Gözler birkaç kez kırpıldı ve bana doğru yaklaştı. "Luna..." diye fısıldadı o da. Elindeki papatyayla kaplanmış hareket eden şeyi kalbimin üstüne koydu ve diğer eliyle de üzerine bastırdı. "Ben sadece, bana ait olmayan şeyi geri getirmeye geldim."

Ve birden tüm zihninde kalp atışları yankılandı. Başımı eydim ve sol tarafıma baktım. Akan kanlar gitmiş, vücudumun her bir yanını papatyalar kaplamaya başlamıştı.

Kehribar gözler benden uzaklaşırken, hareket edemediğimi fark ettim. "Hayır!" diye bağırdım peşinden. "Luka, hayır! Gitme! Lütfen, yalvarırım!" ne kadar yalvarsam bile, üzülsem bile gözlerimden bir damla yaş gelmiyordu.

"Luka..." diye fısıldadım hafifçe. Kehribar rengi gözler bembeyaz ortamda durdu. "Ben de sana, bana ait olmayanı iade edeceğim." ve nefesimi verdim. Aldım, verdim. Tekrar ve tekrar.

Sonra nefesimi tamamen tuttum. Ona; nefesini veriyordum. Başta alamadığım, ama onunla alabildiğimiz nefesleri.

Luka bana doğru döndü. Yaklaştı yaklaştı yaklaştı ve yüzümü ellerinin arasına aldı. "Gerçek olamayacak kadar güzelsin." ardından küçük bir tebessüm etti.

Ve birden, papatyaya dönüp bir rüzgarda savrulurcasına uçup gitti. Elimi uzatmaya çalıştım, ama Luka gittikten sonra çürüyen papatyalar, bana engel oldular.

Onlar; benim ailemdi.
Kalbim ise; kehribar gözler.

talk with me like i've never talking with youWhere stories live. Discover now