1.Bölüm

184 38 140
                                    

Ölü bir çocuk şiir yazamaz ki

Oops! This image does not follow our content guidelines. To continue publishing, please remove it or upload a different image.

Ölü bir çocuk şiir yazamaz ki...

Gerçekten ilginç bir başlık öyle değil mi? Ben bu başlığın hikayesini bildiğim için bende ki ilginç olan tarafını yitirdi ve yerini sadece dertli içilen bir sigaraya bıraktı.

Seni fazla merakta bırakmayı istemiyorum sevgili okurum. Bizim oralarda bir tabir vardır ; ölüm artığı. Bu tabiri ölüm anı gerçekleşmiş veya öldü zannedilen ve sonrasın da hayata dönen kişiler için kullanırlar.

Evet ben öldüm... Ya da onlar öyle zannettiler. Kimler mi?

Yıl 1983 Mersin devlet hastahanesin de 16 yaşında küçük bir kadın feryat figan ediyor. Tıbbi cihazların, çarpılan kapıların, ambulans sirenlerinin seslerini dahi bastıran bir çığlık. " O ölemez... O daha çok küçük" diyor ve yanından geçip giden sedyenin üzerinde ki, karanlığa hapsedilmiş fakat beyaz örtüsüne bürünmüş minik bedene, yani bana sarılıyor. İşte o anda dünya karanlık bir dehliz oluyor Annem için. Hepimizin hayatında ki dehlizlerden bir tanesi. Herkesin irili ufaklı dehlizleri var bu hayatta. Kimi oradan çıkabilir, Kimisi de orta yerinde baygın ve stabil bir vaziyette bekleyebilir. İşte Annem kendi karanlık dehlizinde bana, yani bir yaşında ki Murat Gür'e sarılıyor. Sonra dudaklarında ince bir sızı şeklinde şu cümle vücud buluyor;
Ölü bir çocuk şiir yazamaz ki..

Annem bunu söylüyor çünkü çocukluk yıllarında hep şiir yazmak istemiş fakat bir türlü yazamamış. Daha ilk okulu bitirmeden çekip almışlar okuldan. Oda bir gün bir çocuğu olursa şiirler yazar ve ona okur diye hayal edermiş. Bu hayalini içinde gün be gün büyütmüş gelin gittiği evin kapısını, penceresini parlatırken, yerleri silerken. Münzevi bir sürgün gibi girdiği bu kalabalık ailenin ütüsü, bulaşığı, yemeği bitmezmiş. Üzerine eve sarhoş gelen babamın dolduruşa getirilip attığı dayaklar, kurduğu hayalin üzerine karabasan gibi çökermiş. Ben doğunca hayata biraz daha tutunmuş. Aslında sedye üzerinde yatan çocuğuna fısıldadığı söz onun hayata dair ilk Manifestik şiiri oluyor. İster bir satır, ister bir sayfa hiç fark etmez anlam yüklü kısa bir cümle dahi yaşam değiştiren bir şiir olabilir.

Oysa şimdi Annemin o kısa şiirine her yanı morarmış ve şişmiş bir bebek olarak ilham veriyorum. Kalbimin durma sebebine cevapsız kalmaları bir kenara dursun, hastalığıma bir teşhis koyulamadan o soğuk çekmeceli odaya doğru hayatımı sürüklüyorlar. Başlar önlerde eğik, yazmaların ucuyla siliniyor göz yaşları, sakallar çaresizlik le ıslanıyor kalabalık ve ilaç kokusuna esir düşen hastahanede. Hayat, gözlerinde bir anlam arama ifadesinde ki gencecik anneme rağmen bana elinin tersini gösteriyor.

Koridorda birde omuzları çökmüş, sırtını duvara yaslamış ve durmadan saatine bakan siyah saçları ve bıyığı ile ferdi Tayfur'u andıran bir adam var. Babam... Dudaklarından havaya karışan her iki üç fısıltı dan birisi Allah. İşte, Manifesto şiirinin ilk başında yer alan " Bükük kolda ki kadranı takip eder gözler ve zaman durur. Fakir ve islidir eller." dizelerinin asıl mimarı olan Babam. Gecesini gündüzüne katıp üç işte birden çalışırken, yeni kurduğu yuvayı ayakta tutmak için çabalayan adam. Elleri gibi hayatı da isli olan babam. Tüm hayatını yeniden düzenleyecek olan adam.

Evet çok fakirler o yıllarda. Bana mama yapacak cezveleri dahi yok. Ekmeğin yarısının satın alındığı, yoğurdun gramla poşetlerde taşındığı bir dönemin taze ve bir o kadar da fakir çifti. Sınavlardan sadece bir tanesi ; 1 yaşında ki bebeklerinin acısının dayanılmaz sabrı.

Koridor meraklı bakışmalar ile gittikçe kalabalıklaşıyor. Sonra bir adam çıkıyor ortaya. Beklenmeyen, akla gelmeyen, uzun yıllar görüşülmeyen bir adam. Bir çocuk Cerrahı. Nereden çıktı şimdi bu adam? Kim girdi onun aklına veyahut kalbine? Yıllar sonra nasıl buldu bu insanları? Hani hatırlarmısın okurum? Yine manifesto isimli şiirimin sonunda şöyle bir yer geçer ;

" Rabbin şefkati ışık olur sonunda ve kalp atmaya devam eder kaldığı yerden."

Evet, o bilinmeyen ve beklenmeyen dediğimiz cerrah babamın liseden arkadaşı. Yıllar sonra büyük babamların evine telefon açıyor. Babamı soruyor. Büyük babam artık onlarla yaşamadığını, oğlunun evlendiğini ve şimdi kucağında ki baygın evladını hayata döndürme telaşında olduğundan bahsediyor. Yani babamın çilekeş hayatının özetinden bahsediyor bir nevi. Ben o an, hayatı itilip kalkılan bir adamın kompozisyonunda yer alan tek bir cümleyim.

Büyük babamdan bu haberi alan doktor telefonu kapattığı gibi ilk uçakla Adana'ya oradan da Mersine geçiyor ve soluğu hastahanede babamın, yani Süleyman Gür'ün yanında alıyor. Doktor ile hiç tanışma fırsatım olmadı. Benim bir suçum yok çünkü ben bu gerçeği 26 yaşımda hasbel kader aralık duran kapıdan sızan bir sohbetten duyuyorum. Olduğum yere mıhlanıyorum....

Peki bu adam benim kurtulmama nasıl vesile oluyor? Bunu sorduğunu duyar gibiyim. Morgun çekmecesini açan görevli, bariton bir sesle irkiliyor. " Dur! Bu aceleniz nedir kardeşim? Bakmak istiyorum" diyor. Görevlilerin itirazlarına aldırmadan hızlı bir şekilde örtüyü kaldırıyor ve beni derhal incelemeye başlıyor. Odayı Annemin derin nefes alış verişleri dolduruyor. Doktor bir süre beni inceliyip hastalığımın ne olduğunu az çok kestirmeye çalışıyor. Fakat onun çaresizliğinide bükülen dudakları ele veriyor. İşte tamda örtüyü tekrar üzerime çekecekleri sırada serçe parmağım kıpırdıyor...

Üzerinden uzun yıllar geçen bu hadisede hastalığıma dair kesin bir bilgi yok. Bunu sadece o doktor biliyor. Altı ay boyunca benim tedavimle geceli gündüzlü ilgilenen cerrah, yeri geliyor bana kendi elleri ile mama yediriyor ve altı ayın sonunda bembeyaz kilolu ve sağlıklı bir çocuk olarak Anneme teslim ediyor beni. Ve Manifesto isimli şiirimde ki o iki satıra ilham oluyor. Allah c.c ondan ve tüm hekimlerimizden razı olsun diyorum ve hayatımın kolektif bir yapısını yansıtan şiirimle Sizleri başbaşa bırakıyorum.

MANİFESTO KİTABIMDAN ŞİİR'İ OKUYABİLİRSİNİZ...

Şair'in Manifestosu ( Yaşanmış Bir Hayatın Hikayesi) Where stories live. Discover now