11.BÖLÜM

37 4 42
                                    

Not:Bölümü bitirdikten sonra, üstteki şarkıyı dinlemeniz tavsiye olunur. Bir iki yerde küfür var :) Ama oda hayatın bir gerçeği. Benden size gelsin.

"Geleceği meçhul bebeklerin beşiklerini, dert ve kahır sallıyordu."

Kalemi kırılmışların mahallesinin öğleden sonrası , yerleşik telaşlara şahit oluyordu. Kadınlar, dışarda erkekleri için kopan fırtınalardan habersiz ev işlerini bir ibadet hassasiyetinde yapıyorlardı. Güneşin kızılımsı ama yakmayan son demi pencerelerden içeriye sızıyor ve odalarda pencere demirlerinin gölgeli motiflerini duvarlara resmediyordu. Birazdan hava kararacak ve işi biten kadınlar küçük küçük guruplar olarak avlularda akşam yemeği hazırlığı öncesi yorgunluk çaylarını içeceklerdi. Mahallenin en genç Anne'si mutfakta son işi olan bulaşık yıkama ile meşkuldü. Elinde ki cam bardak kayıp yere düştü ve paramparça oldu. Aniden irkilen Anne'min dudaklarından bir fısıltı helizonik olarak havada süzülerek karanlığa doğru yankılandı bir kaç defa. " Murat?"

Hemen yan komşuya koşarken, biraz daha zorlasa göğsünü yarıp çıkacakmış gibi atan kalbi boğazını kurutuyor. Hemen Sıdıka teyzenin evinin avlusuna atıyor kendini. Ve gözleri fal taşı gibi açılıyor. Avlu hızlıca dönmeye başlıyor etrafında. Sendeliyor, avlunun ortasında ki ağaca tutunup var gücüyle sesleniyor. " Sıdıka Abla.!" Sıdıka teyze pencereye koşuyor telaşla. Yüzünde anlam arayan bakışlarla Annemi kısa bir süre süzdükten sonra " Ne oldu kız Saniye?" diye soruyor. "Abla kızlar nerde?" "Burdalar banyo ettiriyorum. Ne oldu..? Ne bu telaşın" Annem yutkunuyor ve cevap veriyor. "Abla Murat orda dimi?" Sıdıka Teyze şaşırıyor. "Yok kız ne Murat'ı?" İşte o esnada avlu daha da hızlı dönüyor. O silik görüntülerimin arasından kahkaha seslerim yankılanıyor bir girdap gibi. Dizlerinin üzerine çöküyor zavallı. Sıdıka Teyze aşşağı indiğinde Annem çoktan ağlamaya başlamış, başı iki elinin arasında hıçkırıklara boğuluyor. Sıdıka Teyze, omuzlarından tutup sarsıyor "Saniye kendine gel. Nere de Murat kızım?" Annem birden ayağa fırlıyor ve çıldırmış gibi sokağa fırlıyor. Sokak yeni bir Manifestoyu daha yayınlanmış oluyor.

" Dur Saniye bacı sakin ol" diyen büfeci Şahin'in suratını merak ve korku esir alıyor. "Murat.. Abi.. Murat yok!!" Şahin abi beyninden vurulmuşa dönüyor. Şok bir vaziyette 7-8 metre ötelerinde arabasının kaportasına yaslanmış sigarasını içen Ejder'e sesleniyor. "Ejder!" Taksici Ejder Anne'mi ağlarken görünce şaşkına dönüyor ve soluğu hemen yanlarında alıyor. "Saniye bacı ne oldu niye ağlıyorsun?" Annem kontrolünü kaybetmiş bir vaziyette hıçkırık girdabında boğuşuyor. Büfeci Şahin hemen soruyor "Ejder, Murat kayıp" "Neee! Ne diyorsun sen abi nasıl kayıp.?" dediği anda Şahin "Allah kahretsin!" diye bağırıyor. "Ne oldu Şahin abi?" diyor halen suratında ki şaşkınlığı atamayan Ejder. "Ya şu kadın.. Hani şu sarı saçlı, gözünde gölüğü olan kadın." Ejder daha da heycanlanarak "Eee.. Ne olmuş kadına?" "Ya oğlum kadının telaşlıydı. Hatta çocuğu battaniyeye sarmıştı yüzü çok hafif görünüyordu... Tabi ya!!" diyerek sağ yumruğunu kafasına vurdu. "Şahin abi ne oluyor Abi?" diyerek koluna yapışıyor ejder. "Lan oğlum anlasana az önce burdan geçen kadının kucağında ki çocuk Murat olabilir. Çabuk koş... Koşalım yetişiriz.." Ve üçü birden Ana caddeye doğru koşuyorlar.

Kadını orta refrüjde yakalayan Annem, kadının kucağında ki bebeğin yüzünden battaniyeyi kaldırınca sevgi ve öfke birbirine karışıyor. Ben Anne'mi görür görmez tanıyorum ve ona atılmaya çalışıyorum." Bana baksana sen! Sen bu çocuğun nesi oluyorsun?" derken Annem bana doğru bir hamle yapıyor. Kadın "Teyzesiyim" derken beni geri çekiyor. Şahin Abi tek bir hamleyle beni kadının kucağından alıyor. Ve Annem oracıkta kadını tarumar ediyor. Annem beni kucağına alıp battaniye yi sıyırınca en büyük şoku yaşıyor. Göz yaşları, kangren olmak üzere olan iple bağlanmış o mos mor kolumun üzerine damlıyor...

Geleceği meçhul bebeklerin beşiklerini, dert ve kahır sallıyordu. Gıcırtıdan melankolik kasideler yayılıyordu karartılara. Gündüzleri namuzsuzca gürültü çıkaran sokak, geceleri pişmanlık nispetinde  susuyordu. Mahalle, iki bekçinin mezrasıydı. Birinin elinde düdük, köyden köye koşan kangal köpeği gibi karanlıklarda sokaktan sokağa koşuyor, diğerinde ise elde kalem, küflü duygularını yapıştırdığı heceleri avlayıp, onlardan derme çatma cümleler kuruyordu. Cafer gözlerine, Fırat ise kalbine inanamıyordu. Sır küpü bekçiyi maaş korkusu, yaralı şairi de meçhulde ki aşkı kafesliyordu. İlhamı göç etmiş şairimizi sadece ve sadece, bir gün Nermin'in çıkıp gelme ihtimali mutlu ederken, düdüklü gece tilkisi Caferi'de, Niğdede ki patates tarlalarının kendisine miras kalacak olması mutlu ediyordu. Ve astımlı babasının nefes alıp vermek için çarşaf yırtması umrunda bile değildi. Damarlarında kan yerine hırs dolaşıyordu. Tek korkusu, İbo'nun işkence şatosuna bir iki suçlu beden yuvarlıyamamak oluyordu. Eğer geceyi boş geçirirse, İbo "Komiserim bu puşt yine püneklemiş gece boyunca" deyip Komiseri kendisinin üzerine salacağını çok iyi biliyordu. İbo, kocasını yiyen dişi tarantula kadar haindi ve sır müptelası Cafer bundan adı kadar emindi. Şimdi ise sokağın suçlu ve karanlık çehresine bir korku daha eklenmişdi. Bakın şura da görebildiniz mi? Şu bir eli beşikte, diğer eli çenesinin altında, ağlamaktan gözleri şişmiş kadını, gözlerinizin önünde canlanan o "Ben dersimi aldım" diyen ifadenin suratına mıhlanmış oluşunu gördünüz mü? Şimdi yüzünün her çizgisinden pişmanlık akarken, Rabbine şükrediyordu ve beyninin tam ortasına bir yemin ekiyordu. "Allah'ım oğlumu asla yanımdan ayırmayacağım..."

"Ruhumda kol geziyor haramiler."

Şair'in Manifestosu ( Yaşanmış Bir Hayatın Hikayesi) Hikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin