13.Bölüm

29 4 1
                                    

" Namertlerin tezgahında, delikanlının kumaşı para etmez."

Yaklaşık bir saat sonra şoku atlatmıştı Babam. Her iki yanından kaya uçlarına tutunmuş derin nefesler alıyor ve o doğal kuyudan nasıl çıkacağını düşünüyordu. Bedeni tuzlu suyun kesiklerini yakmasına alışmıştı. Şimdi tek odaklanması gereken oradan nasıl çıkması gerektiğiydi. Oradan çıkmalıydı. Hayat'a devam etmeliydi. "Sen kuyulara alışkınsın Süleyman" diye fısıltı nispetinde telkinde bulundu kendine. Onun hayatında da bir çoklarımızın Yusuf misali atıldığı kuyular yok muydu? Elbette ki vardı. Ama umut, en çok o kuyuların dibinde bizi diri tutabilirdi. "Allah'ım yardım et" dedi sağ ayağını ucu sivri kaya ya basarken. İlk adımla birlikte, çenesini kastı kaburgasına saplanan acı. Gecenin kulaklarına bir çığlık daha salladı. Ama yine de devam etti...

Sabahın ilk saatlerinde mahallenin kara kutusu Cafer, tek kişilik işkence mafyası İbo ile son kalan poaçanın kavgasına tutuşmuş, "Oğlum bu karakola geldiğin ilk gün tuvaletin yerini soruyordun bana" diyor son poaçayı ısırırken. İbo'nun sinirli ve karmaşık sıfatının ortasından "Kes lan tatavayı!" diye bir kamçı fırlıyor. Poaça Cafer'in adem elmasında duraklıyor önce, sonra büyük bir şişkinlikle, pişkin suratının altında yutkunan bekçinin boğazında bir yumru olarak miğdesinin yolunu tutuyor. Boğuklaşan tartışma  sesleri yan odada ki komiser Tahir'in kulağına ilişince, "Geri zekalılar" diyerek kafa sallıyor, emekliliğin sınırına doğru inançsız bir şekilde sürünen beyaz saçlı komiser. Oysa biraz önce türkü mırıldanarak sabah kahvesini içiyordu...

Ahşap kanepenin üzerinde oturan Cemil öğretmen çayından ilk yudumu aldı. Kahveci Cumali ile göz göze geldikten sonra sordu. "Nasıl oldu bu iş Süleyman? Sen yıllardır balığa gidersin. Alışkınsın o kayalara. Duyunca çok şaşırdım." Sonra üzgün ve mahçup suratını öne eğdi. Uzandığı yerde yarı doğrulmuş vaziyette ki babamın sırtının arkasında iki yastık vardı. Yanında duran küçük sehpada ağrı kesici hap, tentürdiyot, pansuman sargı bezi ve yara merhemi vardı. Önce bu küçük ecza deposuna baktıktan sonra "Sorma Cemil hocam. Fena tongaya geldik" dedi. "Nasıl yani?" Bu sefer soruyu soran, elinde merhemi inceleyen kahveci Cumali idi. Babam biraz daha doğrulmak istedi. Yüzüne acı yayılınca Cumali yerinden fırladı ve "Dur be oğlum!! Söylesene doğrultalım seni." diyerek babamı kolundan yakaladı. İki elini babamın koltuk altlarına koyup "Üç deyince kendini geriye çek" dedi. Babam kafa salladı. "Bir.. İki.. Üç.." "Ahh!!" Cemil öğretmen kanepeden indi "Ne oldu Süleyman?" dedi telaş içinde. "Yok.. Yok bir şey tamam hocam. Sıkıntı yok, kaburgam ağrıdı biraz ama iyiyim şu an" Babam'ın rahat ettiğinden emin olan Cumali, tekrar yerine oturdu. Ama sorusunu geciktirmedi. "Anlat Sülo şu olayı artık. Ne tongası? Hiç bir şey anlamıyoruz" dediği anda kapı çaldı. Demir kapının paslı sürgüsünün yıllanmış sesinden sonra Bekçi Cafer'in sesi dışardan süzülerek odaya doluştu. Çayın tadı değişti, dudaklar burkuldu ve gözler, belkide dünyanın en küçük holüne dikildi. "Geçmiş olsun Saniye bacı. Süleyman'ı bir göreyim dedim" derken elinde tuttuğu gazete kağıdından yapılmış büyük kese kağıdını Annem'e uzattı. Washington portakalların huzur verici asitli kokusu burunlarda hissedildi. "Tabi Cafer abi,  buyur geç. " dedikten sonra Annem, terkedilmiş bir mahalle kadar yetim duran mutfağımıza yöneldi. Mahalleli karakolda dönen dolaplardan dolayı bekçi Cafer'den pek haz etmezlerdi. Hani nefrette etmezlerdi ama mesafeli durmayı tercih ederlerdi." Selamun aleyküm ağalar " diyerek odaya girdi. Ellerini sıktı. Sonra Cemil öğretmenin oturduğu kanepeye oturdu. "Geçmiş olsun Süleyman. Nasıl oldu bu gardaşım.? "Babam tebessüm ederek "Hoş geldin Cafer abi" dedi. Cafer'de aynı şekilde tebessüm ederek "Hoş buldum gardaşım. Tahir Başkomserim'inde sana selamı var. Çok geçmiş olsun, ilk fırsatta ziyarete geleceğim kendisini dedi. Ve hadisenin nasıl olduğunu bir sor belki konuyla alakalı elimizden bir şey gelir dedi." Babam boğzını temizledikten sonra " Sağolsun Abi sizde çok selamımı söyleyin. Abi işte.. 3 gece önce balığa gittim. Önce karides avlamam gerekiyordu. Mecbur kayalardan yürümem gerekiyordu. Şerefsizler iki kayanın arasına beyaz muşamba germişler. Ay ışığı vardı ama hiç fark edemedim. Basmamla kuyudan aşağı kayalara çarpa çarpa denizin içine düştüm abi.
Tahminimce, 3 saat sonra çıktım kuyudan. O kadar bağırdım, yardım istedim ama gecenin bir yarısı kim duyacaktı ki beni. Yüzeye çıktığımda başım dönmeye başladı... "

Annem yeni çayları doldurmuş elinde tepsi ile odanın kapısında belirdi. Çayları dağıttıkdan sonra çilekeş mutfağına geri döndü. Babam kaldığı yerden anlatmaya devam etti. " İşte abi yüzeye çıkınca başım döndü. Kendimi emekleye emekleye betona attım. Orada da düşüp bayılmışım. Rüzgarı yiyince yaralarım çok acımaya başlamıştı. Tahminimce acıdan bayıldım. Gözümü açtığımda hastahanedeydim."Hepsi hayretler içinde gözlerini açmış, nefes almadan Babamı dinliyorlardı. Cemil öğretmen dayanamayıp sordu " Peki kim götürmüş seni hastahaneye? "
" Başka bir balıkçı abi. Adam kıyıya yakın bir yerde kayıktaymış. Yanında bir arkadaşı daha varmış. Beni fark edince hemen küreklere asılmış. Kıyıya yaklaşınca adam sağolsun hemen suya atlamış. Dalgalar sertmiş kıyıda. O yüzden çok yanaşamamışlar. Adam yüzmüş biraz. Sonra kayalardan tırmanıp yanıma koşmuş. Bakmış bende nabız var, hemen ilerde ki karakola koşmuş. Sonrası da malum... 2 gün yattık hastahanede işte. Bu sabah taburcu ettiler."

Göz kapakları şükrü ima edercesine kapanıp, başlar " seni çok iyi anlıyoruz " dercesine sallandıktan sonra, mahallenin en usta çaycısı Cumali ellerini dizlerinde şaklatıp iri bedenini kanepeden kaldırıyor ve " Eee hasta ziyaratenin kısa olanı makbuldür. Tekrar çok büyük geçmiş olsun Süleyman. Neye ihtiyacın olursa bize haber et. Yoksa Cemil Hoca'da ben de çok güceniriz" deyip beraber okey cambazlarına doğru yola koyuluyorlar.

Yolda Cumali, patlıcan moru dudaklarına esir düşmüş sigarasına rağmen konuşuyordu. " Yav bu Sülo'ya çok üzülüyorum be Hocam. Bir adamın hiç işi rast gitmez mi? Adam bu bir kaç ayın içinde, bisikletini çaldırdı, oğlu kaçırıldı, balıkçılarla kapıştı ve şimdide bu bela. Ama biliyor musun? Tüm bu olumsuzluklara rağmen hiç mücadelesinden vazgeçmiyor. Helal olsun gerçekten. Ama gel gelelim namertlerin tezgahında, delikanlının kumaşı para etmez" derken ağzında zaten canı çıkmış sigarasını yere atıp ayak ucuyla birde yerde canını çıkararak yürümeye devam ediyor. Cemil Öğretmen, Cumali'nin hararet ve öfke dolu tüm konuşması boyunca derin bir sessizlik ile dinlemişti. Belli ki yine tefekkür diyarını arşınlamıştı. Şimdi tek bir cümle söyleyecek ve sonra yine derinlere dalacaktı. Ve bu öyle bir cümle olacaktı ki, cilt cilt roman yazılsa bu cümlenin hakkını veremezdi. " Bilir misin Cumali abi?" diye söze girdi ve devam etti. " Allah bir ayetinde bizlere şöyle seslenir ; Sizler dünyada iken benim rızamı kazanmak için debelenip duracaksınız. Fakat bu debelenme asla boşa gitmeyecek..."

" Hakikati duyduğunda , içinde akıl taşıyan bir baş yarılır ancak. " Cemil öğretmen

You've reached the end of published parts.

⏰ Last updated: Oct 12, 2020 ⏰

Add this story to your Library to get notified about new parts!

Şair'in Manifestosu ( Yaşanmış Bir Hayatın Hikayesi) Where stories live. Discover now