6.Bölüm

48 17 68
                                    

O'da senin kulundu

Oops! This image does not follow our content guidelines. To continue publishing, please remove it or upload a different image.


O'da senin kulundu...

Şubat buzdan elini mahalleliye tokalaşmak için uzatıyor. Fakirin sıkmak isteyeceği  türden olmasada, kucakta taşınan kömür ve odunlar, çoktan o eli sıkmış bulunuyor. Gece sis tarafından baskın yediğinden, hızla atılan adımlar görüntüsünden yoksun, sadece bir sesten ibaret duvarlarda yankı yapıyor. Az önce farlarını söndüren beyaz serçe, çok çabuk sise uyum sağlıyor. Adımların sesi gittikçe yaklaşırken, daha tok bir patırtı uzaklardan hızlı bir ritimle geliyor. Işığı yanan tek hanenin perdeleri oynuyor. Yine o hanenin yola bakan odasında, gece lambasının altında şiir yazan içine kapanık aşık, defteri komidinin üzerine koyup pencereye fırlıyor. İşte o anda serçenin önünden dolanıp şöförün yanına geçmeye hazırlanan, elindeki bohçayla zar zor yürüyen yeşil gözlüsü ile göz göze geliyor. Saçlarını sis kaplamış yareni, artık onun değil. Suskun şair henüz şaşkınlığını atlatamadan, şiirlerinin prensesi arabaya acı çeken bir suratla atlıyor. İşte o esnada bekçinin düdüğü patlıyor serçenin ön camında ve evlerin duvarlarında. Serçenin şöförü gaza basıyor ve sisi yaran sarı farlar ile meçhule doğru uzaklaşıyor. Şairin dizleri titrerken caferin yüzü kareli demirlerin ardında beliriyor. Bir kaç hane ışıklarını yakınca sislerin bastırmaya çalıştığı pencerelerden sarılık ara ara beliriyor. Gecenin kaçı olursa olsun İnsanoğlunun merakı hep taze.

" Fırat..? Fırat..?" diye fısıldarken, ağzından kaçışan kısa ömürlü buharlar sise karışıyorlar. Cafer sorgu ve merak dolu bakışları ile soruyor tekrar, Fıratın zaten aklında duvardan  duvara vurduğu O ismi.
" Nermin değilmiydi O? Yoksa ben mi yanlış gördüm? " Şiirsiz kalan şair, pencere demirlerini sıkan iki pençesinin arasında ki başıyla şavaş kaybetmiş bir komutan edasıyla onaylıyor. En derinlerden, belirsizliklerin sokağının muhtelif bir penceresinden başka bir aşığın türküsü çalınıyor kulaklarına. İkiside zaten sisin izin vermediği o meçhule dönüp bakıyorlar. Fıratın aklında, toprağın altında çatlamayı bekleyen nefret tohumu, bir zakkuma filiz oluyor. İlk mısralarının fısıltıları beyin kıvrımlarını ele geçiriyor.
İşte o anda, yaşanan matemin kompozisyonunu bozan bir çığlık gecenin gündemini değiştiriyor. Hemen karşıda ki taş evin dört basamaklı merdiveninden acısıyla birlikte fırlıyor ve bağırıyor, yazması kafasından omuzlarına kaymış olan kadın.
" İmdaat!, yardım edin ne olur!" derken dizlerini dövüyor. Fırat hemen  dışarı fırlarken, Cafer soluğu dul Perihanın yanında alıyor. "Ne oldu Perihan bacı? sakin ol, Ne oldu?" derken yanlız aşık Fırat arkasında beliriyor.  "Ne olmuş Cafer Abi?" diyor soluk soluğa. "Bilmiyorum ki, bacım konuşsana!" Perihan Cüneyt Arkın'ı andıran yakışıklı tır şöförü kocasını geçen yıl kazada kaybetmiş. Şimdi bu taştan evde, sise hapsolmuş bu sokağın Manifestik melodisine acılı ilk notasını salıyor. Kurumuş gırtlağından yükselen dehşet titreşimi suratında oynayan karanlık çukurdan  "bebeğim" olarak dışarı çıkıyor eliyle iki sütunun ortasında ki  kapıyı gösterirken. İki adam ok gibi fırlıyor lar içeri. Fırat bebeği görür görmez kusuyor, hemen önünde duran, eliyle yüzünü kapatmış Caferin arkasında. Cafer, "Aman Allah'ım... Bacım ne olmuş bu bebeğe?" Perihan eliyle yüzünü kapatmış, kontrolden çıkmış bir vaziyette ağlıyor. Toparlanıp cevap veriyor. "Fare.. Fare yemiş bebeğimi." Cafer, acılı Anne'ye "hemen sar" diyor yerde kulak memeleri,burnunun ucu yenilmiş bebeği göstererek. " Fırat hemen taksici ejderi çağır. Çabuk ol" Fırat tekrar prensesini alıp götüren sisli geceye dalıyor. Sokağın başına vardığında ejder, camları buğulanmış arabasının içinde sigara tüttürüp, Ferdi Tayfur'un 84'e damga vuran şarkısı 'yaktı beni' yi dinliyor. Fırat cama tıklayınca ejder kapıyı açıp şaşkın bir suratla Fırat'a bakıyor. Arabanın içinden Ferdi baba, Fıratın yaralı göğsüne saplanıyor. "Bu gönül macerası yaktı beni. Ne oldu Allah'ım, ne oldu? Arayıp beni buldu. O'da senin kulundu, yaktı beni.." Fırat yumrukları sıkılı, teybe kısa ve sert bir bakış attıp, onu yakan bu gönül macerasından hızlıca sıyrılıp "Ejder abi çabuk! Perihan ablanın evinin önüne.. Çabuk!" derken yan tarafa koşuyor. Araç kayan lastik sesiyle geceye ikinci ve hatta üçüncü kamçıyı atıyor. Cafer kucağında çocuk, arabanın arka koltuğuna hücum ederken,Perihan da diğer taraftan dolanıyor. "Gazla ejder! Gazlaa!" derken, sokağı o gece babasız bırakıyor Bekçi Cafer. Ejder gaza yükleniyor. Ve tekrar farlar sisin ortasında iki sarı kanal oluşturuyor. Şimdi, merhametin üstünü örten gecenin avuçlarında, sarı hacı muratın içinde, çapkın bir taksi şöförü, önde Aşk'ın savaş meydanında ihanet mermisi yemiş mağlup bir komutan, bebeği yenmiş dul bir Anne ve Mahallenin rüşvetçi sır arşivi bekçi Cafer var.

Kimileri uyuyor, kimileri dert ve kahır ile cebelleşiyor. Sokağın Manifestosu sisin arasında dolanıp duruyor. Dert dediğimiz şey, bazen başkasına kaçan bir sevgili, bazen bir farenin hayatın sıfır noktasında çalıp götürdüğü uzuvlar oluyor. Hayatlarının damarlarına zerk edilen gelecek kaygısı, bu gün ve yarın denen organlarda kisler oluşturuyor. Ama yinede, her yeni güne perdelerini umutla açan şehrin bu kayıp kolonisinde herkes, zamanın kabuğunu çatlatıp ortasında ki en lezzetli anı kapma peşinde olmayı başarıyor...

Suçluların ortak kini, fakirliği kendilerine yakıştırmamalarından ileri geliyordu.

İNSTAGRAM
@muratgurofficall

Şair'in Manifestosu ( Yaşanmış Bir Hayatın Hikayesi) Where stories live. Discover now