9. Bölüm

42 11 47
                                    

Gözümüzün önünde akan hayat şiirin ta kendisidir

Oops! Questa immagine non segue le nostre linee guida sui contenuti. Per continuare la pubblicazione, provare a rimuoverlo o caricare un altro.

Gözümüzün önünde akan hayat şiirin ta kendisidir.

Taze sabahın soğuğu, bulabildiği her aralıktan hanelere sızıyor. Kahveci Cumali'nin verdiği, bodur, kahve rengi ve bir kaç yeri delik soba çatırtı eşliğinde arasıra homurdanıyor. Üzerinde ısıtmakla mükellef olduğu çaydanlık ağzından fışkıran sıcak su ile artık beni alın burdan dercesine kıpırdanarak kendine özgü dansını yaparken sırtında ki kurpa bezle kapatılmış bir el yapışıyor ve onu havaya kaldırıyor ve zeytin, peynir ve domatesin ötesine geçememiş kahvaltı sofrasına indiriyor. Fakir ama hijyenik bir kadının elinde yıkanmış çay bardakları burnunun dibinde sabah güneşininde yardımı ile parıldıyor. Sonra yine aynı el sırtından yakalayarak burnunu o bardaklardan birisine sokup kahverengi sıcak sıvıyı bardağa boşaltırken bu defa güneş ışığı bir hat oluşturan sıvının orta yerinde parıldıyor. "Süleyman açık dolduruyorum. Çok fazla çay içiyorsun tüm gün." Zeytin çekirdeğini avcuyla oluşturduğu kuyuya bırakan babam "Yavv amaan. Atın ölümü arpadan olsun." diyor. Sonra dönüp bana bakıyor. "Bak senin ki uyanmış bile kerata." Annem çaydanlığı bırakıp "Oy kurban olurum!" deyip beni kucağına alıyor. Tepsiden anlamsız kokular burnuma çalınıyor. Tombik yanaklarımla kahvaltılarını onlara gönderdiğim bir gülücük ile şenlendiriyorum. Babam uzanıp yanağıma dokunuyor. Ben kahkaha atmaya başlıyorum. Tiz kah kaha seslerim gittikçe uzaklaşıyor... Uzaklaşıyor... Yüzüm buğulanıyor. Boğuk ve anlamsız bir homurdanma gittikçe yaklaşıyor. Yaklaştıkça kelimeler daha seçilir hale geliyor. Buğu dağılıyor. "Abi! Abi iyi misin?" Karşıda ki kirli sakallı bıyık uçları sigaradan sararmış adam soruyor. "Abi, öyle dalmışsın sabahtan beri sesleniyoruz duymuyorsun." Derin bir nefes alan adam "Yok, yok iyiyim. Ne demiştiniz?" Adam başını sallayarak sabahtan beri anlatmaya çalıştığı şeyi yine tekrar ediyor.
"Abi oturma grubu, yatak odası takımı, vestiyer ve sehpalar hepsi kardeşimle konuştuğunuz gibi 2 bin dimi? Mobilyaları söküp duruyoruz sonra bir anlaşmazlık çıkmaz dimi?"
"Yok, hayır. Hiç bir sıkıntı çıkmaz" deyip başını hemen sağında ki, az önce boşaltılmış çocuk odasının beton zeminine oturmuş sessizce ağlayan karısını izliyor. Kadın yanaklarını silerken belkide ; "Baban sürekli eşya çıkan bir mahallede eve eşya sokmayı başarmış, fakat sen herkesin harıl harıl eşya aldığı böyle bir zamanda evinden eşya çıkarıyorsun." demekten belki de son anda vazgeçiyor,yanından geçip giderken adamın. Adam mutfağa giden karısının omuzlarına dağılmış saçlarını seyrederken, yaşaran gözlerinden dolayı zor görüyor. Kazağıyla gözünü sildiği esnada ergenlikten yeni çıkmış bir ses "Aaa, yok artık! Siz Murat Gür değilmi siniz?" diyor. Kirli sakallı adam araya giriyor. " La oğlum, ben sana kamyonda kal demedim mi? Niye çıktın yukarı? İnsanları rahatsız ediyorsun. Hem tanıyor musun bu abiyi?" Genç yüzünü o adama, yani bana gülerek çevirip bakıyor ve "Ya nasıl tanımam. Usta bir şairdir baba kendisi. İnstagram dan takip ediyorum onu." Dayanamayıp buruk bir tebessüm ile "Tabi ya ne demezsin.. Çulsuz şair." diyorum ve çocuğun başını öne eğmesine neden oluyorum. Dayanamıyorum, gel bakalım sen şöyle kardeşim deyip yanıma çağırıyorum. Babası garip bakışlarını biz den kurtardıktan sonra, yatak odamızda ki aynalı mazimizi parçalamaya kaldığı yerden devam ediyor. O aynalı gardırobun önünde ne kavgalar ederdik. Yok dağıtmadan al şu kıyafetleri, yok kapağı açık bırakma. Bir kaç güne kalmaz bizim kavgalarımızdan sıkılan gardırop, başka kavgalara yelken açmış olacak. "Söyle bakalım kardeşim, en çok hangi şiirimi beğeniyorsun?" Anında veriyor cevabı.
"Abi, hepsini seviyorum. Ama favorileri mi sorarsan... Birincisi Manifesto, ikincisi Sorarlarsa beni, Üçüncüsü Sayfalarımı işgal ediyorsun" "Hımm.. Neden bunlar?" Yüzü utanç ve sevinç karışımı ile babasına kısa bir göz attıktan sonra bana dönüyor ve "Abi çünkü bende bizim karşı apartmanda bir kızla bakışıyorum. Ve ne bilim abi senin bu şiirlerinde müthiş bir yaşanmışlık var. Ve hatunla bakışırken hep o şiirler geliyor aklıma. Abi nasıl yazıyorsun bu şiirleri? Nedir sırrı? Banada öğretir misin? Lütfen.. " Sırtımı duvara yaslayıp aşağı doğru kayarak yere oturuyorum. Delikanlıya da otur işareti yaptıktan sonra "İsmin nedir? " diye soruyorum." Ramiz abi benim adım." Memnun olduğumu belirttikten sonra yaşını soruyorum.
"17 abi" deyip ebediyen susacakmış gibi sessizleşip bakışlarını bende sabitliyor. "En başta sana şunu söylim Ramiz kardeşim. Kimse sana şiir öğretemez. Ne Cemal Süreyya, ne Sebahattin Ali, ne ben, ne de başka bir şair. Sana bir tek şiiri hayat öğretir." Şakın bir ifade ile bana bakıyor genç adam. "Şairim pek bir şey anlamadım doğrusu. Peki yeni şiirini ne zaman yazacaksın şairim" diyor. Anlayışla kafamı sallayıp yine söze giriyorum.
"Şu an yazılıyor zaten. Görmüyor musun?" Ramizin merakı daha da artarak olumsuz bir şekilde kafasını sallıyor. "Bak onun öncesinde sana şunu söyliyeyim. Bu aralar bir kitap yazıyorum. Konusunu merak ediyormusun?" Ramiz'in birden omuzları dikelip neşeli bir tonda konuşmaya başlıyor. Ayrık dişlerinin arasından kurtulan seslerle "Abi inanır mısın, ne zaman senin şiirlerini okusam, bir roman okuyormuşum gibi hissediyorum. Ve hep şu soruyu soruyorum ;Bu adam roman yazsa nasıl bir şey ortaya çıkar. Abi şimdi çok merak ettim. Konusu nedir?" cümlelerini kuruyor. "Konusu sen ve beniz kardeşim." Gözleri fal taşı gibi açılan taze aşık vakit kaybetmeden hemen soruyu yapıştırıyor. " Nasıl yani? Aynı zaman da benlede mi ilgili? Bu nasıl mümkün oluyor."
"Gayet basit Ramizciğim. İnsanoğlu girift bir hayat sürüyor. Herkesin hikayesi aslında aynı. Birbirimize temas eden hayatlar yaşıyoruz. Bak mesela son yazacağım şiiri sormuştun az önce. Bende sana şu an demiştim. Kafanı hemen içeri çevir içerde iki tane kalem göreceksin." İçeriyi biraz süzdükten sonra bana dönüp" Vallaha göremedim şairim" diyor. "Nasıl göremedin? Bak birisi elinde tornavidayla dolabı sökerken, diğeride bazayı söküyor. Yani birisi yüklemleri, diğeri özneleri kazıyor hayat sayfama. Bunu neden yapıyorlar? Dur ben söylim sana. Çünkü size bakmak için. Seni okutmak için. Babanın bu akşam içeceği çay biraz daha lezzetli gelecek ona. Ama bunun ötesine geçemeyecek. Bak nasılda hayatlarımız bir birinin sayfasında terk edilmiş cümleler bırakıyor değil mi?" Ramiz'in sağ gözünden firar eden bir damla göz yaşı, elmacık kemiğinden aşağı şeffaf bir iz bırakarak seyrek bıyıklarının arasında belirginleşiyor.

Ramiz gideli bir kaç dakika olmasına rağmen aynı yerimde oturmaya devam ediyorum. Gözlerim duvar kenarında kararsızca yürüyüp giden karıncaya takılıyor. Sonra onu seyre dalıyorum. Sonra iki karınca oluyor, üç, dört derken, umut arayışındaki bir kervan gibi tek sıra halinde çatlak duvarın hemen altından beşiğin altına doğru gittikçe yankılanan çay kaşığı eşliğinde devam ediyorlar.

"Canım biliyorum, elimiz çok sıkışık ama bu karıncalar muratı ıssırmadan evi ilaçlamamız lazım."
Elinde ki lokma ile kala kalan babamın, adem elması aşağı inip sonra yukarı kalkıyor. Dudakları kelepçelenmiş, "tüm paramla bisiklet tekeri aldım" diyemiyor...

Gecelerin telaşlı karartıları, sabah kahvaltılarının lezzetini çalıyordu...

Şair'in Manifestosu ( Yaşanmış Bir Hayatın Hikayesi) Dove le storie prendono vita. Scoprilo ora