7.Bölüm

74 15 135
                                    

Dünya asla değişmeyecek dostum, sen öldüğünde bile

Oops! This image does not follow our content guidelines. To continue publishing, please remove it or upload a different image.

Dünya asla değişmeyecek dostum, sen öldüğünde bile.

Life is life şarkısı Amerika'dan Türkiyeye bir Meksika dalgası gibi gelirken, Sezen Aksu ortalığı kasıp kavuruyor. Pencere silen kızlar 2 yıl sonra çıkacak şinanay şarkısını son ses açarak mahallenin ihtiyarlarının takma dişlerini dahi oynatacaklar. Gençlerin bazıları hasbel kader oradan geçerlerken şarkıyı üzerlerine alınacaklar ve kızların habersiz olduğu aşklar başlayacak ve bu sayede bir birine karışan aşkların faturası Sezen ablamıza kesilecek. Şimdiyse bacalardan yükselen dumanlar gökyüzü'nün kobalt mavisini siyaha çevirmek için tabiata yardım ediyor. Kararan havaya rağmen hanelerinden bir bahane ile kopmayı başaran bir kaç çocuk her zamanki köşelerinde buluşup, açık pencere avına çıkıyorlar ve buldukları ilk evin televizyonunu dikizliyorlar. Çocukların mahallenin dışında kurdukları ülkeleri var. Düşler Ülkesi. Oraya, kimse darbe yapamıyor. Zaman zaman o ülkenin bir kaç şehri istila edilse de, ülkeler ayakta kalmayı başarıyor terkedilmiş evlerin isli duvarlarıyla birlikte. Ülkesinin çevresini sırdan teller ile örenler, elbette sakladıkları samanların arasından zamanını kollayabilenler oluyor.

Sigaralardan beslenen duman bulutunun altında,bir birine hesap ödetme gayretiyle arkadaşlık olgusuna tecavüz edenlerin dördüncü'sü, sol eli yeşil masa örtüsünün üzerinde olan uzun burunlu, kıvırcık saçlı, liman hamalı Hayri, az önce çaldığı taşın pişkinliği ile son okey taşını çekerken, yan yana mıhlanmış evlerden birinde, kimliği kül edilmiş aşık bir kız yemeğin altını yakıyor. Kız isteyen fabrika işçisinin suratına, getirdiği çiçekler çarpılırken lokumlar masada kalıyor. Bir adam at pisliğine basarken küfürü basıyor. Şehrin en işlek caddelerinde yosunlu yosmaların gerdanından öpülüyor. Nermin'in rahmine fütursuz ve aşktan bi haber adamın tohumu düşüyor. Hayri, çektiği taşı ıstakasına koyuyor ve "Biter beyler!" diyor bitmenin kıyısında ki ömrünün, bir gün bitecek olma gerçeğini unutmuş bir vaziyette. Kahveci Cumali, önü küçük kırmızı tuğlalar ile örülmüş, yuvarlak buzlu cam korumalı çay ocağının içinde elleri ritün ve usta manevralar yaparken, esmer suratına ihanet edercesine beyaz olan göz akları sağı solu kesiyor. Çaydanlıktan yükselen buhar, Hanif bir inanç gibi, sarıya çalan sigara dumanın dan bağımsız duvar kenarlarından yükselip tekrar aynı duvardan su damlacıkları oluşturuyor. Cumali'nin gözleri sabit kalamasa da, kulakları en kuytuda, çaresiz aspiratörün altında oturan lejyonumsu grubun hararetli tartışmasına kabarıyor.

Deniz gezmiş ceketli, bıyıklı, uzun favorili genç konuşurken elinde ki sigaraya havada falsolar yaptırıyor ve dahi nefes almıyor.
"Olur mu öyle şey abicim? Kapitalizm dediğimiz canavar, her sabah, gittikçe açılan gökyüzüyle zaten ölmüşleri yataklarından kaldırıyor. Duraklarda sigarayla kahvaltı yaptırıyor." Bu defa sözü, ceset kadar beyaz suratında ki ülkücü bıyığı sinirden yamulmuş genç alıyor. "Evet. Doğru. Haklısın. Kesinlikle haklısın. Burada ters düştüğümüz hiç bir nokta yok. Seninle ters düştüğümüz nokta ; söz de global olduğunu savunduğunuz devrim mottonuzu gittikçe lokalleştirmenizdir. Oysa kitaplarınız da yazan kominizm böyle demiyor. Kominist Manifestosun da taban tabana zıt şeyler yazıyor." Devrimci genç tam sazı eline alıcakken araya Cemil öğretmen giriyor.
" Gençler! Gençler... Fikirlerinizi eleştirmeniz ve tartışmanız güzel. Fakat şunu da bilin ki dilleri ile ateşe sürüklenenlerin arasında en çok, üfleyerek yiyecekleri yoğurtları bulunmayanlar vardır." Cemil hocanın bu lafından sonra kafası karışan iki zıt tarafın mensubu gençler cevap arayan gözler ile bir
birlerine bakıyorlar. Kapı girişinde ki masadan bir küfür geliyor."Ulan senin oynayacağın oyunun... Bizi bitirdin be! Cumali! Hele bir bak buranın hesabı ne kadar?" Cumali, önlüğünün cebinde ki ellerini çıkarıp, kulağının arkasında ki kalemi mızrak gibi çekerken, masaya kartal gibi iniyor. Ve içinden, inşallah oyun peşin ödeyen de kalmıştır diye dua etmeyi de ihmal etmiyor. Gençler de dikkatler tekrardan toplanıp Cemil hoca'ya çevriliyor yine bakışlar. "Evet, ne diyorduk.. Yani siz istediğiniz kadar burada tartışın, hiçbir zaman en alttakiler, yani sizler ile dava dediğiniz şeyin başında bulunanların dünya ya ve hayata bakışı aynı olmadı vede olmayacak" dedikten sonra elini devrimci gencin omuzuna koyup devam ediyor.
" Dünya asla değişmeyecek dostum, sen öldüğünde bile. Bizler belki Dünya'yı değil de, kendimizin değişeceğini düşler ve ötesine gidebilmek için yaşarsak, en azından ona benzeme ihtimalini azaltmış oluruz. Yoksa görmüyor musunuz Üniversite gençliğini? Tez konusu aristokrasi olunca kütüphanelere koşup sömürgeci ülke tarihlerini araştırıyorlar. Aristokrasi tezi için eski tarihe bakanlar, diplomalı bir aptal olmanın ötesine geçemeyecekler." Sessizlik... Cemil hoca çayından bir yudum aldıktan sonra kravatını sallayıp konuşmasına devam ediyor."Kumaştan yapılmış bir kravatla, demirden yapılmış bir kelepçe arasında bir fark göremiyorum. Bizler en sade yaşantılar daki kamil insanlar iken, oluşturduğumuz onca gereksiz sözüm ona ihtiyaçlar ile özünü kaybeden pirimatlar haline dönüştük. Madem bedenlerimizin işlediği günahların bedelini ruhlarımız ödeyecek ise, en güzel makyajımızı neden ruha yapmıyoruz? Yani neden ruhun istediği o doğal sadeliğe yönelmiyoruz? "

" Bilmiyorum hocam. Neden...? "

Monarşi hiç yoktu belki, fakat aristokrasi cılız bir şekilde yaşanıyordu mahallede, belli belirsiz. Şehir nasıldı derseniz, ikisinin de dik alası yaşanıyordu. Hayatı da sesi gibi bariton adamlar değil de, tiz bir sesle konuşup taşrasını gizleyen karaktersizler seviliyordu en çok.

İNSTAGRAM
@muratgurresmi

Şair'in Manifestosu ( Yaşanmış Bir Hayatın Hikayesi) Where stories live. Discover now