3.Bölüm

87 24 129
                                    

Yılgın bir akşam üzeri, bir adam berber koltuğunda, suratında gezinen usturaya aldırmadan, başkanlık koltuğunda oturan Turgut Özal'ı eleştiriyor

Oops! Bu görüntü içerik kurallarımıza uymuyor. Yayımlamaya devam etmek için görüntüyü kaldırmayı ya da başka bir görüntü yüklemeyi deneyin.

Yılgın bir akşam üzeri, bir adam berber koltuğunda, suratında gezinen usturaya aldırmadan, başkanlık koltuğunda oturan Turgut Özal'ı eleştiriyor. Fakat değişen tek şey, sakallı giren adam sinek kaydı çıkıyor berberden. Siyasetçiler gelen her zamda, sapla samanı ayırmaya çalışıyorlar. Sırada bekliyen yorgun gözlü adamlar, birazdan parlayacak olmanın getirdiği geçici bir mutluluk yaşasalarda, az önce tıraşı biten adamın eleştirilerine kafa yoruyorlar. Çaydanlıkta kaynayan su ocak ayının resmini berberin aynalarında buharla anlatmaya çalışırken, müdavimi oldukları berberde kaç hükümet yıkıp yerine kaç tanesini getirdiklerini hatırlayıp, deli zannetmesinler diye kahkahalarını bastırıyorlar.

Kaldırıma yanaşan kırmızı kamyonetin kapağı açılıyor ve sabahın köründe toplayıp götürdükleri kızları bitik bir vaziyette mahalleye geri salıyorlar. Sabah ayazlarına sürgün giden portakal bahçelerinde ki işçi kızların damarlarında yeterince C vitamini var. Bununla bir sorunları yok. Onların sorunu, acısı, derdi, aynı çatı altında aynı soy ismine sahip insanlar arasında bir gölge gibi yaşamak. Her birinin elinde gizli bir silgi, çaldıkları tüm hayalleri bu kızların gelecek sayfalarından siliyor olmaları.  Berberin buğulanmış camında belli belirsiz kızlar akıp giderken kafalar dışarıya dönüyor. Kafalar dışarıya dönüyor lakin fikirler içlerine kapanıyor. Berber Rıfkı, bir sonra ki kafayı ve suratı yontmak için işaret ediyor. En köşede en sessiz oturan, çenesine yaslanmış yakışıklı babamın aklına, iki çeşit meyveyi aynı anda satın almanın zor zanaat olduğu geliyor. En son bir ay önce yarım kilo aldığı muz aklına gelince traştan vazgeçiyor ve hızla berberden çıkıp mahallenin arabesk kaldırımların da belirsizliğe karışıyor.

Sıkı yönetim komutanlığı, bir filmi yasaklıyor o yıl. İsmi ' Hakkari' de bir mevsim' Tayini çıkan öğretmen veda konuşmasında; " Tüm öğrettiklerimi unutun, unutmayın ki kitapların yazdığı her zaman doğru değildir. Cüzzam da alın yazısı değildir." diyor. Ve sanatla yatıp kalkan adamların ciğerlerine kezzap gibi doluyor. Dönem yasaklı fikir devri. Kalem, kafaya inen jop kadar sert, sırtta taşınan çuval kadar ağır, o herkesin tutamadığı kalem. Sırtta taşınan çuval eve kambur götürüyor, kalem ise mahkum ediyor. Söz neşter den daha keskin. Yazı ise boyna geçirilen yağlı urgan gibi. Her nasıl oluyorsa ikiside kardeş. Yazarsan, avuçlarınla sıkacağın soğuk demiri, konuşursan, sidik kokulu gri duvarlara sabaha kadar yaslanmayı göze almalısın. Hiçbirini yapmazsan, farklı bir nezarette hayatına devam edersin. Tek fark yanında tanıdık simalar olur.

"Ablacım abiye söyle  2 aydır sebze alıyorsunuz hiç ödeme yok. Bizde çoluk çocuk bakıyoruz. Vallaha uzayada gitse alırım paramı." diyor at arabalı sebzeci. Deh! dediğinde atı yeni bitirmiş oluyor kapının önüne pislemeyi. Aynı yıl Bruce Mccandless uzayda ilk kez serbest yürüyüşü yapıyor. At arabacı gözden kayboluyor. Mahalle aynı. O pisliği temizleyecek kadın hariç. Ve birde artık mahalle kararan havanın onlara yaşatacaklarından bir haber.

Romanında bazı düzeltmeler yapan bakkal Necmi burnu defterin içine kadar gömülmüş vaziyette sırıtıyor. Masasının üzerinde duran, köşelerine emektar ellerin isleri sinmiş kağıt paraları saymaya yeltenecekken kapıda duran küçük kızı fark ediyor.
" Ne var kız? Gene ne istiyorsun?" Küçük kız utancından yere bakıyor. Zoraki bir sesle " Necmi amca, babam bir paket maltepe istiyor." diyor.
" Git o babana söyle, kendi gelsin." Kız dönüp gideceği sırada Necmi kıza, " al kız şu renkli sakızlardan" deyip kıza uzatıyor. Kız sakızları aldığı gibi tekrar evin yolunu tutuyor. Şekerli sakızlar damağında önce ekşimsi, sonrada tatlı bir lezzete dönüşünce,babasınıda, Necmi'nin romanınıda unutuyor.

Akşamın ilk saatlerinde duvardan duvara çarpan bekçinin makamlı düdük sesi, suçu olan hergeleleri tedirgin ediyor. Bekçinin yürüyüşü sırlarınıza vakıfım diyor. Birisi var ki hiç tınmıyor bekçi caferide, zırlayıp duran düdüğünüde. Sadece sıcak kahverengisine üç şeker atıp karıştırıyor. O karıştırdıkça hayatı gibi bir girdap oluşuyor bardakta. Girdap onu hipnoz ediyor. Geçmişine dalıyor. Omuzunda ki beyaz havluyla kontrast çılgınlığı yaşayan esmer suratlı kahvehane sahibi Cumali masaya yaklaşıyor. " Ne o lan? Karadenizde gemilerin mi battı?"
" Yok be abi. Ne gemisi, ne batması? Düşüşünüyorum sadece."
Cumali dudağını buruşturuyor. " Neyi düşünüyorsun Süloo? söylede beraber düşünelim." Babam omuz silkiyor, sonra " Boş ver abi, çay güzel olmuş bu arada " diyor. Kahveci ikna olmasada üzerine gitmiyor babamın. Birden yüzünü neşe kaplıyor ve soruyor "Gece senin adamın maçı var. Gelecen mi seyretmeye? "
Babamın birden yüzünü sevinç kaplıyor "Harbiden mi? Ben yarın biliyordum o maçı." Kahveci Cumali gülüyor. "Ohoo hoo, olum Muhammed Ali'nin maçını sende unutursan kim hatırlayacak? Uyanda balığa gidelim. "
Babamda küçük bir kahkaha patlıyor. "Sahiden, balık dedinde abi, yarın balığa çıkmam lazım mutlaka. Murat'ın rızkına inşallah bol çıkar balık. Şu kooperatifin peşinatını denkleştiririm."
Kahveci biraz sinirleniyor ve "Sen önce kıçına don al lan. Diyelim peşinatı verdin. Peki ya taksitler? Peki evin kirası? Nasıl kalkacan oğlum bu kadar yükün altından? Şu gözlerinin haline bak. Uykusuzluktan ne hale gelmiş. Hem senin için her zaman dua ediyorum. Bu mahallede ki en mert, en delikanlı adamsın. Ama bak daha evine bir büyük tüp alamadın. Hangi kooperatif ten bahsediyorsun Süloo? " Babamın canı sıkılıyor ve "Allah büyüktür abi" deyip çıkıp gidiyor.

Her insanın içinde karanlık bir mahalle vardır. Ve tüm derme çatma insanları oraya yerleştirir.

İNSTAGRAM
@muratgurofficall

Şair'in Manifestosu ( Yaşanmış Bir Hayatın Hikayesi) Hikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin