YANSIYAN AYDAN BAŞKA BİR ŞEY DEĞİL

95 2 0
                                    


Balerin, döndü ve soluklandı.

Hayatındaki evrimleri hak edip etmediğini düşünüyordu. Bu yüzden parmak uçlarının acısının gün yüzüne vurduğunu fark etti. Saatin içinde dönen akreplerle seksek oynuyordu.
Hangisinin daha önce pes edeceği pek anlaşılmazdı. Sonuçta saat insan elinden geçme, yıkık bir harabe. Oysa balerin Tanrı'dan varolduğuna inanılan eskimeye yüz tutmuş bir tabut.

Dünya üzerinde saklanmış bir yer.

Tabut.

Tabut içinde bir insan.

Bozma kasaların anahtarı, avuç içimde görünmez bir kazaydı.

Göz kapaklarımın üzerine bir damla tanesi düştü. Başım gökyüzüne çevrildi. Hava gri bulutlarla çevrilmişti. O gün gibi diye geçirdim içimden. Saçmalıktı. Korkaklıktı. "Aptal," diye fısıldadım zihnimdeki hissizliğe. Yanımda boyumdan biraz daha kısa olan kürekten başka bir şey yoktu.

Yalnızdım ve katil.

Etraftaki kuşların uçuş seslerinin hızlandığını görür gibi oldum. Yağmur hızını arttırıyordu. Kendi etrafımda bir kaç kez döndüğümü hissettim ta ki ayağım takılıp düşene kadar. İlk gerçek dizlerimdeki acıyla özdeşleşti. "Aptal, aptalsın sen."

Avcum içinde duran toprağın kalıp gibi olan haline baktım. Yine de hala toprak. Yine de hala aynı. Benim dünyamın aksine o olduğu gibi kalabiliyor. "Niye yaptı bunu, niye,
niye..." Yağmur hızlanmadan hemen önce toprağa kendimden bir kaç damla gözyaşı bıraktım.

Kendimi buruşturulmuş bir kağıt parçası gibi hissediyordum.

"Nina!"

Dudaklarım hissizdi, yorgundu. Duyduğum uğultulu sesler bacaklarımı harekete geçirmeye zorladı. Destek alarak kalktığım ağacın taze kan lekesiyle bulandığından haberim yoktu. Bu çok sonradan fark edilebilecek bir ayrıntı. Kimin içinde bulunduğunu bilmediğim bir puzzle daha.

"Nina! Neredesin?"

Sesler bardaktan boşalırcasına yağan yağmur yüzünden boğuk geliyordu. Hafif dalgalı saçlarım ıslaktı ve onun nefret ettiği şekilde yüzüme yapışıyordu. Bir kahkaha kaçtı dudaklarımdan.

Onun nefret ettiği her şeyin yok olmasını istiyordu.

Ya isteğini yok edecekti ya da istediği şeyin olmamasını.

Benim için isteğinden vazgeçer miydi? Benim için bu yükü omuzlarına çekeler miydi? "Seni bulduğumda canına okuyacağım küçük şeytan."

Gülüşüm yüzümde soldu. Aynı beş ay önceki gibi. Prens elindeki mücevheri hiçbir zaman krala sunmamıştı. Çünkü kral onundu, oydu. İki adım sonrası ise uçurumdu. Gök gürlemesiyle ilk hıçkırık dudaklarımdan döküldü. "Ben yaptım," dedim gözlerim bulanık görünceye kadar. "Ben öldürdüm." Nefesim boğazıma yapıştı.

Hatırlıyordum.

Mezarın yerini, sıkılan kurşunu, silahı nasıl aldığımı, Andreas'ın beni nasıl bulduğunu.

Sen öldürürsün ben gömerim sarışın.

Sesleri zihnimin dört bir yanını ateşe veriyordu. Elimde olan kayıt cihazının tuşuna tekrar bastım. Kayıt değişiyordu.

Yine de döngü daima kendini tekrarlar.

"Bu konuyla oyalanmaktan bıktım, bitir artık bu saçmalığı."

Kayıp GünWhere stories live. Discover now