22.BÖLÜM: KARŞILAŞMA

96 27 92
                                    


Milena & Rüzgar... Bölüm sonu Multimedya...

Bölüm sonu açıklamayı okuyun lütfen, Liya okurlarının özel günü bugün.

Şimdi keyifle bölümü okuyun 🎈

...

Biz, nefes aldığımız sürece birlikte aynı ruhu paylaşacağız. Biz, iki hazinenin tek mücevheri olacağız. Biz, her şey olabiliriz.

Biz, Hilda ve Milena olarak tek ruhtan ibaretiz.

Derin bir nefes ve bol düşünceler... Zihnim yine karmakarışıktı. Düşüncelerim değişiyor, boyut atlıyordu. Atlıyordu fakat sağ tarafım müsade etmiyordu.

Rüzgarın dün gece ki söylediği kelime en çok Hildayı etkilemişti, hissediyordum. Gözlerimi kapattım ve duygularını hissetmeye çalıştım. İnsanalar korkunç varlıklar, lütfen beni bırakma Milena. Onlar bana, sana ve bize değer vermezler. Kanma sakın ona, bırakma beni. Bu mesele ikimizin meselesi.

Böyleydi işte Hilda, yeni bir günün akşam üzeri vaktindeydik. Rüzgar, akşam yemeği malzemesi için markete gitmiş, ben ise pencere kenarında ki pufta kollarımı dizlerime sarmış gökyüzünü izliyordum.

Güne erken başlamış gezmedik semt, sokak ve bahsi geçen meşhur yerleri gezmiştik. Hatta beni bir seraya görürdü. İçi, dışı ve etrafı kokulu, rengarenk çiçeklerin olduğu bir semtte.  Schulzendorf. Bahçenin büyüklüğünü anlatmaya, çakıl taşların süslediği yollara kelimeler yetmezdi. Bir çok çiçek ile tanışmış, onlara sevgimi hissettirmiştim. Ta ki... "Onların bir canlı olduğunu unutma Milena." Diyerek zihnimdeki sesti. Hilda, korkuyordu ve her bir zaman diliminde beni geriyordu.

Serada gezmedik yer bırakmamıştım. Hatta orada bir çiçek ile karşılaşınca Rüzgar'ın bakışları daha yoğundu, bana karşı. Gece Mavisi gül demeti. "Hâlâ yaşıyor mu? Bakıyor musun çiçeklerine?" Demişti. Sadece iki kelime yeterli gelmişti ona, "Gözüm gibi." İnsan gözüne nasıl iyi bakarsa, bende demet güllerime gözüm gibi bakıyordum. Onlar, ondan bana ilk çiçeği ve özeldi.

Sonra, Üniversiteye'yi gezdirdi. Humboldt University. Tarihi mimarisiyle, koca bir şato kadar göz alıcıydı. İçerisi de çok iyi ve bir çok dallarda bölümler vardı. Hepsi olmasa da bir çoğunu gezmiş hatta Rüzgar bir kaç profesör arkadaşıyla karşılaşmıştı. Günü akşam edene kadar bir çok yeri gezerek bana rehberlik yapmıştı.

Şimdi, eve gelmiş onu bekliyordum. Şuan ki planımız evde yemek yememizdi. Gece yarısı söz verdiği gibi dışarı çıkacaktık. Ki bu kez sokaktaki gruba bende katılacaktım. Buna gülümsedim. Ertesi sabahtan da istikamet İstanbuldu. Özlemle iç çektim. Batıkan ve Büşra abla aklıma gelmişti.

Gözlerimi teğet geçen ve uzayan kaküllerimi geriye yatıştırdım. Uzamışlardı, saçlarım da öyle. Hava sıcaktı ve üstümdeki ince askılı t-şört ile kısa şort giymiştim. Neyse ki çok açık değildi, rahattım. Dışarıyı izlerken kapıdan tıkırtılar geldi, açıldı ve kapatıldı. Ve ardından onun sesi... "Biz iyiyiz abla, sen?" Rüzgar, elinde iki poşet ve elinde daha doğrusu havada telefonu ile görüşme yapıyordu. Kaşlarımı çattım.

"Bende iyiyim, Milena nerede?" Ve onun sesi... Büşra abla.

Yerimden hızlıca kalktım ve iki saniye içinde Rüzgar'ın yanında, Büşra ablanın da karşısındaydım. "Büşra abla?" Dedim memnun bir ifadeyle. Şuan mutluluğum ikiye katlanmıştı ve galiba ben özlemiştim.

En son annemi böyle özlüyordum. Annemi ben şimdi, az önce, iki dakika önce de özlüyordum. Büşra ablayı da özlediğimi şimdi onu görünce daha net anlamıştım.

LİYAHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin