Bölüm 20: Kapanmayan Yara

715 99 6
                                    

Öncelikle hepimizin başı sağ olsun canlarım. Bugünkü kaybımız büyük... Bu mübarek gecede Mehmetçiğimizin üzerine bomba yağdıranların öte tarafta yeri yurdu olmaz inşallah. Ve Allah'ın rahmeti ve inayeti Mehmetçiğimizin, annelerinin, babalarının, evlatlarının, kardeşlerinin ve eşlerinin üzerine olsun. Her birine Allah'tan sabır ve selamet diliyorum. 

Eleine oturduğu yerde topuklarını yere vurup dizlerini titretirken Reyhan ters ters baktı. Uyandığı gibi tepesinde biten Eleine'in derdinin ne olduğunu biliyor ve buna üzülüyordu. Reyhan gidecek diye, Tuna gidecek diye... bu haldeydi. Reyhan en çok da buna güceniyordu işte.

Bilgisayar ekranında ÖSYM'nin sayfasının milim milim ilerleyişi, kutucukların mavi çizgilerinin görünüşü Reyhan'ı da germişti. Risk almışken haliyle ortada kalma korkusunu hissediyordu. İlk defa Eleine'in yıkıcı öfkesinin bulaşıcı olup olmadığını düşündü. Zira yavaş yavaş ekranda beliren yazıların gerginliği ve internet ağının b*ktanlığı yüzünden, laptopu atomlarına ayırmak üzereydi. Tam da Reyhan'ın vahşileştiğini anlamış gibi evren kozmik güçlerini kullandı ve ekran hızla aktı. Eleine de Reyhan da nefesini tutmuştu ve her ikisi de nefesini gürültüyle geri verdi.

Reyhan tercihlerini tek bir şehirden yana kullanmıştı. Ve o şehir de Ankara'ydı. Eleine'in düşündüğü gibi onu bırakmak, çocuğunu alıp başka şehre gitmek ne aklından ne yüreğinden geçmişti. İşte bu yüzdendi Eleine'e gücenmesi. Eleine nasıl onun gidebileceğini düşünür, buna nasıl ihtimal verirdi? Reyhan'ın aklı almıyordu.

Hacettepe Üniversitesi Hukuk Fakültesi... Eleine bunları gördükten sonra rahatlamıştı. Ayrılma korkusu falan mı vardı? Eleine'in pek çok sorunu vardı aslında, o yüzden her şey sırayla gelseydi biraz soluklanırdı. Ne var ki hayat denilen zalimin kırbacı peşi peşine inerdi. Eli yorulup kolunda derman kalmayana kadar vururdu da vururdu.

En azından belirsizliklerin kayboluşuyla Eleine'in buhranı hafiflemişti. Ne var ki bazı buhranlar hafiflese bile tamamen kaybolmuyordu. Günler bu bilinçlilikle akıp giderken Eleine elinden gelenin en iyisini yapmaya devam etti ve pes etmedi. Faruk Bey ile görüşerek sıkıntılarını anlattı. Kendi sorunlarına çözümler üretti ve savaşmaktan vazgeçmedi. Bu süreçte Umut Karin'in İstanbul'a dönmesi de Eleine'i üzen durumlardan biriydi.

Umut Karin'in üzerine kurşun yağdıran bir araç ve eşiyle içindeyken sabote edilen arabaları adamın sabrını taşırmış, karısını aldığı gibi İstanbul'a dönmüştü. Eleine Umut'u tabi ki haklı buluyordu. Umut Karin hamileyken hayatındaki aksiyonun bu kadar yoğun olması, hem kendisi hem de bebeği için riskliydi ve onu çok seven bir adam olarak Umut bu riski ortadan kaldırmayı isteme hakkına sahipti. İşin aslı can arkadaşı her ne kadar yanında olmasa da Eleine, Umut Karin tüm o kötülükten uzaklaşıp SANCAKOĞLU ve SANCAROĞLU ailelerinin güvencesine girdiği için huzurluydu.


Günler haftaları kovalamaya başlarken, bir gece genç kadının telefonu uğursuz bir sesle çalmaya başladı. Eleine gece çalan telefonları sevmezdi, çünkü gece çalan telefonlar kötü haber getirirdi. Bir tek sefer olsun iyi bir tecrübe yaşamadığından irkilerek uyandı. Telefona uzanıp şarj kablosunun yerinden çıkmasına sebep olacak bir şiddetle çekti. Telefonunun ekranında yazan Komutan yazısına birkaç saniye baktıktan sonra hemen yeşil telefon işaretine dokundu.

"Alo Mirza? Ne oldu? İyisin değil mi?" Derin ve düzensiz nefes sesleri dışında cevap yoktu. Eleine bu yüzden iyice paniklemiş bir halde yataktan çıktı. Bir yandan adamla konuşmaya çalışırken bir yandan da giyinmek adına odada koşuşturuyordu. Alelacele bacağına geçirdiği tayt ve ince bir bluz ile hazırdı. Çorap giymeye ise ne zamanı vardı ne de sabrı... Sonbahar havası kendini baş göstermişken trençkotunu da almayı ihmal etmeyerek arabasıyla yola çıktı.

VUSLAT BİR HAYALWhere stories live. Discover now