on üç

451 66 11
                                    

Yeni bir gün, yeni bir okul günü. Bu hafta sonunun bitişi beni mutsuz etmişti. Pazartesi gününe daha da kötü bir başlangıçla okula gelmiştim. Şimdi ise sıramda oturarak yaşadıklarımı düşünüyordum. Hayal gibi geliyordu hala ki hayallerimdekinden daha da güzeldi.

Aniden gözlerimin bir çift el ile kapatılmasıyla ürkmüştüm. Düşüncelerim savrulurken etrafta beni o düşünce hortumundan alan kişi kim olabilirdi ki?

"Ben kimim?" Gülümsedim.

Tabii ki Mark Lee.

"Kaç yaşındasın Mark Lee?" Gözlerimi açarken aynı zamanda gülümsedi.

"İki. İki yaşındayım." Kaşlarımı kaldırarak onu izliyordum.

"Aa, bu sayı şey sayısı değil mi?" Kaşlarım şimdi ise çatılmış ona bakıyordu. Anlamlandıramamıştım.

"Ne?" Konuştuğum anda ellerini çırptı sonra ise işaret parmağı ile beni gösterdi.

"Hah, hatırladım. Benimle iletişime geçmemenin üstünden geçen gün sayısı. İki." Kahkaha atmıştım. Hatta baya yüksek sesli bir kahkaha olacak ki sınıfın hepsi bana dönmüştü neredeyse.

"Kusura bakma. Telefonum kapalıydı." Dudaklarımı büktüm. Bu halimi hiç tatlı bulmamış olacak ki anında somurttu.

"Ne oldu bana anlatır mısın hemen!"

"Jaemin ile birlikteydik biliyorsun zaten." Karşımda mama bekleyen bir köpek misali bakıyordu. Hemen kafasını devam et anlamında salladı.

"İlk baş kabul etmesem de beni ikna etti ve evine gittik. Takıldık. Kelimenin tam anlamıyla takıldık. Bana bir haftalık bir süre verdi. Sevgisini kanıtlayacakmış." Mark ne tepki vereceğini bilmiyordu. Anlaşılmayan tepkisinden bunu çıkarmıştım.

Anlayabiliyordum onu. Hızlı gelişmişti her şey. Ondan daha çok ben kaldıramıyordum. Alışmaktan korkuyordum, her hareketinde kendimi çekmeyi planlıyordum ya da içimden bunlara kanma diye geçiriyordum.

"Bu Dohyun out, Jaemin in demek mi oluyor?" Omzumu silktim.

"Bahsettiğimiz çocuk Jaemin, kestiremiyorum onu." Gözlerini devirdi.

"Abartma." Ağzım açık ona baktım. Bu yüz ifademe karşılık o da beni taklit etmişti.

"İyi taraflarına odaklanır mısın? Kendini mahvediyorsun. Hayır, o Dohyun ile birlikteyken bile daha mutluydun." Evet, haklıydı. Çünkü kabullenmiştim onun beni istemediğini.

Bu Jaemin ve benim aramda olan şeylerdi. Peki Yukhei ve Mark ne olmuştu biz gittikten sonra?

"Sen ne yaptın?"

"Sıkıldım. Tatlı yaptım. Film izledim. Çok da az ders çalıştım." Küçük parmağından başkayarak saydı.

Bu çocuk hiç aptal değildi ama bazen öyleymiş gibi bir davranıyordu ki...

"Salak, ben onu mu diyorum." Omzuna vurarak söyledim. O hala bana boş bir yüzle bakıyordu.

"Yukhei."

"Sen onu diyorsun." Ağzını genişleterek konuştu.

"Hiçbir şey olmadı. Sen gidince Jaemin arkandan geldi laflarımızı çekmek yerine. Ben de onunla yanına gelecektim. Yukhei gitmememi söyledi. Sonra hiçbir şey olmamış gibi takıldık." Gülümsedim. Bu altında çok şey yatan bir gülümsemeydi.

"Biz sizin gibi takılmadık canım, hiç bakma öyle." Bu beklenmedik bir haberdi. Mark ve Yukhei, hızlı bir araya gelecek bir ikili gibiydi benim gözümde. Bir saat yalnız kalsalar sanki bütün bu belirsizlik bitecekmiş gibi geliyordu.

Mark cebinden telefonunu çıkarıp saati kontrol etti. Dersin başlamasına çok az kalmıştı. Telefona göz ucuyla bakmıştım.

"Ben gidiyorum. İyi dersler sana." Omzuma vurdu ve benden cevap beklemeden sınıftan uzaklaştı. Önüme döndüm.

Sınıfta asılı olan saati takip ediyordum.

3 dakika.

2 dakika.

1 dakika.

"Tik tak." Parmaklarını bu sözleri söylerken bir sağa bir sola hareket ettiren kişi oydu.

"Günaydın." Yanıma otururken söyledi. Sırtındaki çantasını yere bıraktı.

"Günaydın sana da." Yanıma oturmasını beklemiyordum ama bu ders içinde elbet dikkatimi çekecek bir şey yapacağını biliyordum. Saate belki de derse ne kadar kaldığını değil, onun gelmesine ne kadar kaldığını düşündüğüm için bakıyordum.

"Günaydın Çocuklar." Sabah için ayrılmış özel bir dakikamız işte böyle bitmişti.

Ders hızlı geçmişti. Bu adamın çok fazla yazdırmasından ve nefes almayı düşünecek zamanımızın kalmamasından dolayı da böyle olabilirdi.

Dersin bitmesiyle yanımdaki derin bir nefes alıp defterini kapadı.

"Bugün çok göz alıcısın." Kafamı ona çevirdim. Her iltifatında sanki midemde yeşeren çiçekler ve bu çiçeklerin üstüne konan kelebekler var oluyordu.

"Sen de çok güzelsin." Jaemin benim için hep güzeldi. Hep masum bir güzellik vardı onun içinde benim için. Hep.

"Klasik Huang Renjun iltifatı." Klişeler güzel değil miydi?

Dediği şeyi yanıtlamak yerine sınıfın boğucu havasını üstümden atmak için adım atmalıydım.

"Gerçekten popom uyuştu. Şu sınıftan çıkabilir miyiz?"  Kafasını salladı ve midemde yeni bir çiçek açtıran gülümsemesini bana hediye etti.

Sıradan kalkarak sınıftan dışarı attık kendimizi.

"Pazar günü erken gittin. Telefonunu da açmadın. Ne yaptın tüm gün?" Baş parmakları ile oynarken sordu.

"Kitap okudum. Ders çalıştım. Kimseyle konuşmak istemedim."

"Benle de mi?"

"En çok da senle konuşmak istemedim." Yüzünü bana döndü. Koridorda yürürken aynı zamanda Dohyun'un arkadaşları Jaemin'i süzüyorlardı. Klasik. Çocuğa nefes bile aldırtmıyorlardı habersiz. Nasıl bir haberleşme yöntemleri vardı, bilmiyordum ama fena hızlı bir yöntemdi. Jaemin'in her hareketini daha o yapmadan Dohyun'a yetiştirebiliyorlardı.

"Neden?"

"Bağlanmayı sevmiyorum." Kahkaha attı. Bu beni biraz sinir etmişti. Düşüncem ona komik gelmişti.

"Bağlanma korkun var ama bu sadece bugünlerdeki tavrını mı belirliyor. Yeni sorunumuz da senin bağlanma korkun mu olacak?" Hiç tepki vermedim.

"Yükselmelerine alıştım, tavırlarına alıştım Jaemin ama sana o anlamda alışmaktan korkuyorum. Evet sayende yeni sorunumuz bu çünkü sürekli senin kız arkadaşınla ilgilenmekten korkularım oldu. Nasıl düzelir bilmiyorum da." Gözlerini bir iki saniyeliğine kapattı.

"Sorunlardan nefret ediyorum." Dedi ve gözlerin açtı. Bana döndü. Küçük bir gülümseme verdikten sonra, ki bu hiç kelebek uçurtan bir gülümseme değildi ; daha çok kelebeğin üç günlük ömrünü iki saate çeviren bir gülümseydi, yanımdan giderek okulun koridorunda beni yalnız bıraktı.

Hiç kontrol etmiyorum, kusura bakmayın. Bölüm bitince heyecanlanıp hemen atıyorum umarım yanlış yoktur.

flex your way out [ renmin ]Место, где живут истории. Откройте их для себя