on dört

515 62 13
                                    

Bazen Mikail'in bana fazla değer verdiğini düşünüyordum. Benim dert ortağım olmak için can atıyordu sanki. Tam şu an benim yerime içindeki zehirleri atarmışcasına yağıyordu yağmur mesela.

Okul çıkışı tereddüt etmeden buraya gelmiştim tek başıma. Mark birlikte yürümeyi teklif etmişti ama tek kalmak istediğimi söyleyerek onu reddetmiştim.

Şimdi ise tek başıma eskiden çok geldiğim bir ormanlık araziye gelmiştim. Büyük bir orman düşünmeyin, şehir içindeydi. Sadece kullanılmayan bir arazi ve çokça ağaç vardı.

Çantamın ıslanacağını bilsem de ağacın dibine çantamı yerleştirmiştim. Onun üstünde oturup sırtımı fazla nemli ağaca yaslamıştım. Eve gidince her şeyi yıkamak zorunda kalmıştım. Yorucu.

Jaemin, evet gökyüzünün benim için ağlama sebebi buydu.

Ne zaman yağmur yağsa ben hazırlıksız yakalanırdım. Hava durumunu asla kontrol etmem yine de her yağmur yağdıktan sonra da kendimi artık evden çıkarken hava durumuna bakacağıma ikna etmeye çalışırdım. Ama asla iki günden fazla temkinli olamazdım. Şemsiyemİşte, Jaemin için böyle hissediyordum. Sürekli hazırlıksız yakalandığımın farkındaydım, tedbir almak yaralanmayı bekliyordum. Yaram soğuduğunda ise sanki hiç olmamış gibi hayatıma devam ediyordum.

Jaemin benim en özel sığınağımdı. Ondan korunmayı kendime yediremedim ki. İçimde sonu gelmeyen korku, sürekli tekrarlayan yenilgi vardı. Fakat asla korunmak istemedim. O ise en savunmasız anımı pusuda bekliyor gibiydi. En mutlu olduğum zamanı cezaya çeviriyordu, sadece bir kelimesiyle hem de.

Yedi renk var derler ya bana o olmadığımda sadece siyah, karanlık vardı. Onun gülümsemesiyle çocuklar yetişiyor, çiçekler açıyor, gökkuşağı çıkıyordu.

Bugün, büyük bir şey olmadı; dramatize ediyordum. Beni de anlamanız lazım, o bana bütün hikayeleri yazdırıyor, nasıl etmem dramatize.

Üstüne oturduğum çantamdan çömelerek kalem kutumu ve çizim yaptığım defteri çıkararak tekrar eski yerine koydum.

Yağmur eskisi gibi hızlı yağmayı kesmişti. Şu an çiseliyordu.

Kalem kutumdan çizimlerim için ayırdığım kurşun kalemi çıkararak derin bir nefes aldım.

Resim ise ikinci sığınağımdı.

Özel bir şey çizmek yerine karşımdaki ağaçları çizmeye bağladım ve bu ağaçları kaç kez çizdiğimi tahmin edemezsiniz. Her geldiğimde olmasa bile çoğunda bu ağaçları çizerdim.

Bazen düşünüyordum, içimde halledemediğim kendime acı çektirdiğim bu aşk ona değer mi diye.  Sonra ise aklıma yıldırım düşermiş gibi geliyordu yaptıklarımız, yaşadıklarımız, destekleri.

Kore'ye geldiğimden beri çok fazla yakın arkadaş biriktirdim, hepsini ayrı ayrı seviyordum. Jaemin ise arkadaşlıktan öteydi. Rahat ettiğim tek yerdi. Aile özlemi, ev özlemi çektiğimde gittiğim yerdi. Bana sunduğu rahatlığı kimsede bulamıyordum. Öyle bir metafor olmuştu ki ilk yılda bana, artık ülkeme döndüğümde ev özlemi çekiyordum. Kore için değil, arkadaşlarım için değil; sadece Jaemin için. Beynimin içinde ev kavramı Çin ve Jaemin arasında gidip geliyordu. O yüzden bana nasıl davransa da ya da en önemlisi kendini bu çıkmaza itse bile ona değerdi. Biliyordum zaten, benden çok o kararsız, o üzülüyordu. Nedeni ne ise ona çok acı çektirdiği kesindi.

"Renjun!" Küçük ormanımın ucundan gelen sese baktım. Dizime koyduğum kağıt kalemi ellerime alarak ayağa kalktım.

"Burada mısın?" Tekrar bağırmıştı. Görüş açısından beni göremiyordu, ben ise onun her detayına kadar görüyordum.

Alice'in harikalar diyarını arayışı gibiydi.

Jaemin gelmişti.

"Buradayım!" Ben de en az onun kadar bağırmıştım. Sesimin ona ulaşmasıyla benim olduğum tarafa döndü. Hala göremediğini sanıyorum çünkü bana doğru gitmek yerine çapraz yönde ilerliyordu.

"Aptal, sağına gel işte!" Sonunda beni bulmuştu. Ağaçlara takılmamaya dikkat ederek yanıma koştu. Geldiği gibi beni kollarına aldı.

Elimdeki defteri yere attım, ıslanması önemli değildi. Hem kuruduğunda sayfalar, bu sarılmanın anısı bana kalacaktı.

Sonunda boşta kalan elimi boynuna doladım.

"Telefonuna ulaşılamıyor." Boynuma üfleyerek söyledi.

"Çekmiyor buradan."

"Bu yüzden burada olacağını tahmin ettim." Boynuma bir buse bıraktıktan sonra kendi çantasını benimki gibi yere bıraktı ve üstüne oturdu.

Öpücük bıraktığı boynumda yeşeren çiçekler, onun kokusundan geliyordu. İçimi açan, güçlü hissetmemi sağlayan o koku.

Elini uzatarak beni yanına çekti. Bacaklarımız üst üste gelmişti.

"Sana burada yağmur yağarken durma demiyor muyum? Yıldırım çarpacak bir gün, ağaçlar çekiyor."

Haklıydı ama işte buradan vazgeçemiyordum.

"Ama yavaş yağıyor. Bu havada yıldırım olur mu ya?" Omzumdan çekerek kafamı omzuna koymamı sağladı.

"Bilemezsin."

"Sen niye geldin o zaman?"

"Sen yanımda olmadığında kalbime hep yıldırım düşüyor zaten, buradakinden korkmadım." Gülümsedim.

Deli çocuk.

"Aptalsın." Göğsüne vurdum. O ise vurmama karşılık daha da sarıldı bana sıkı sıkı. Kesilmeyen öpücüklere boğuyordu beni. Saçlarımdan, yanaklarımdan onlarca kez öptü. En son dudağıma dokundu parmaklarıyla, kısa süreliğine yüzümü izleyip dudaklarımızı birleştirdi.

Meyve bahçesi gibi kokuyordu. Bu sefer ben ona sarıldım, kemiklerini kırıncaya kadar.

"Özür dilerim." Eski pozisyonumuzu alırken söyledi.

Ne için özür dilediğini anlamamıştım. Düşündüklerim, yanıma gelişi, dokunuşu bana unutturmaması gerekse de her şeyi unutturuyordu. Kendimi aynı anda güçlü ve güçsüz hissediyordum. Onun varlığı güçlü kılıyordu ama bunları sineye çeken kendi varlığım güçsüz hissettiriyordu.

"Ne için?" Omzunu silkti.

"Sana hak ettiğin değeri vermediğim için, hem de bugünkü çıkışım yüzünden. Bazen kendimi anlamıyorum."

"Evet canımı sıktı bugün, bu yüzden buraya gelmek istedim ben de." Zaten suratı asıktı, şimdi daha da asılmıştı. Mikail'in benimle ağlaması, benim Jaemin ile ağlamamdı. Onun hissettiklerini bire bir hissediyordum.

"Ama Jaemin, sen benim Kore'deki evimsin, senle ben rahat ediyorum, kimsede hissetmediğim gibi hissediyorum senle." Yerde çimenlerle oynarken küçük bir tebessüm değdi dudaklarına.

"Seni seviyorum diye sen mükemmel olmamalısın, sen zaten hatalarınla varsın. Beni üzmenden çok korkuyorum, biliyorsun zaten. Ama seni de anlamaya çalıştığımı bil. Senin içinde bir savaş var, bana anlatmıyorsun. Sen öyle istiyorsan olsun öyle. Senden tek istediğim sonunda bana gelmen, bugün hiç mutsuz değilim çünkü sen geldin. Bırakmadın, umursadın. Sen bu şekilde olursan ben seninle birlikte sendeki savaşı çözmek için savaşırım." Gözlerinin içi parlamıştı. Nasıl böyle konuştuğumu bilmiyordum, asla bir plan yoktı. Hissettiklerimi direkt aktarmıştım.

"Sen bana değerini her gün daha da fark ettiriyorsun, varlığınla yokluğunla." Yere bıraktığım defter ile kalemi aldı ve tekrar dizime yerleştirdi. Kafasını "hadi" anlamında salladı.

Resim çizerken izlemek istiyordu beni. Ben de hiç sorgulamadan kabul ettim.

"Teşekkür ederim." yanağımdan öperken belli belirsiz bir sesle söyledi.

fluffy mood on ✍🏻

flex your way out [ renmin ]Where stories live. Discover now