11.Bölüm

3.4K 199 56
                                    

Herkese selam...

Deli Yüzbaşı kitabıma en az beş bölüm tamamlamam gerektiği için onları tamamladım mecburi olarak, o yüzden buraya bölümü ertelemek zorunda kaldım. Boş durmadım anlayacağınız.

Allah kaza bela vermezse inşallah buraya haftada en az bir bölüm atacağım. İşlerim böyle yolunda gitmeye devam ederse haftada iki bölüm de atabilirim.

Herkese keyifli okumalar, satır aralarında unutmayın beni 😊😊.

Galip hızlı bir şekilde ayaklandı oturduğu yerden. Nereye gittiyse Eylül'ü bulması gerekiyordu. Hızlı adımlarla içeri koştu. O tanımadığı kadın üzerini giymiş çıkmaya hazırlanıyordu gerçeği söyleme zahmetinde bulunmadan.

"Dün gece anlaştığımız parayı cüzdanından aldım " diyerek çantasını alıp çıkıp gitti. Galip sıktığı dişleriyle gözlerini sımsıkı kapattı. İki eliyle yüzünü sıvazlayıp ellerini saçlarının içinden geçirdi. İki eli ensesinde fısıldadı.

"Ben nasıl yaparım bunu, nasıl?! " dolu gözlerini açarak yutkundu. Soluduğu nefeste boğulurken olabilecek en hızlı şekilde üzerini düzgün giyerek evden çıktı. Arabasına binerek çalıştırdı. Hızlı hereket eden arabayla yol boyu gözü Eylül'ü ararken çaresizliği dizboyuydu. Aklını kaçıracaktı, gitmişti sevdası haklı olarak. Çırpınışları içler acısıydı.

Ne haldeydi şimdi? O kırık, yıkılmış bakışları gözlerinin içinden bir an olsun kaybolmuyordu. Kendi çaresiz yıkılışına eş Eylül'ünün de yıkılmışlığı üzerine yağıyordu.

Peki şimdi ne olacaktı?

Bunu düşünmeye gücü yetmiyordu. Aklı kaldırmazdı, yüreği dayanmazdı. Her bir hücresine kadar, iliği, kemiğine kadar dayanılmaz bir sızıyla yanıp dökülüyordu. Sık sık buğulanan görüş açısını kırpıştırdığı gözleriyle netleştirirken, bir çocuk gibi ağladığının farkında bile değildi. Yüreği sıkışıyordu. Bir saniye dahi düşünmeden saçının teline canını vereceği Eylül'üne ihanet etmiş olmak, her saniye acımasız bir işkence ile öldürüyordu onu.

"Eylül... " diye fısıldadı çaresizce. Olabilecek en hızlı şekilde gözleri taradığı kaldırımlarda Eylül'ü bulamıyordu.  Gözünden damlayan yaşı elinin tersiyle silerek, "Nerdesin Göğümün Mavisi... nerdesin...? " dedi yalvarırcasına. Suyu kesilmiş balıkları andırıyordu çırpınışları, çaresizliği ile soluduğu her nefeste boğuluyordu.

Ah yürek yangını sen ne zalimdin öyle...

Galip aklına gelen ilk şey olarak annesine gidebileceğini düşündü. Uçarcasına sürdüğü arabayla deli gibi bahçeye girdi. Arkasında açık bıraktığı arabanın kapısıyla koştu. Dayandığı kapıyı yumruklamaya başladı. Aslı kapıyı açarken abisinin dağılmış perişan haline kocaman açılan gözlerle baktı.

"Abi, bu ne hal?! " demişti ki Galip lafını keserek, "Eylül buraya mı geldi? " diye sordu. O sırada kapıya gelen Candan'ın gözleri endişeyle oğlunun üzerinde gezindi.

"Ne demek Eylül buraya mı geldi, bu halin ne senin? Galip ne oldu? Eylül nerde?! " annesinin üstüste sorularıyla Galip tüm dünya başına yıkılmış bir şekilde tuttuğu nefesini bıraktı, bir basamak gerileyip olduğu yere çöktü. Bacakları taşımıyordu onu. Bir anda inme inmiş gibi, nefesi kesildi. Sol göğsüne bıçak saplanmış gibi nefes alamıyordu. Canının acısıyla dolan gözlerinden akan yaşlarla başını iki eli arasına aldı.

"Oğlum! " dedi annesi endişeyle yanına otururken, en son onu yedi yaşında ağlarken görmüştü. "Ne oldu? "

"Anne ben... " diyebildi ancak. Nefesi kesildi, sesi kısıldı, nasıl söyleyebilirdi? Nasıl dökebilirdi kelimelere, her şeyi darmadağın ettiğini, nasıl anlatabilirdi?

BİR TUTAM KAHVE KOKUSUWhere stories live. Discover now