Her sabah Tan ağarınca, çamurdan kanlı simalarını o Tan'a çeviren can, yaratıcının; göğüs kafesine her sabah uyandığında, o Tan'ı görebilsin diye koyduğu yüreği, başka bir can'a adadı. Ama bilemedi, o adadığı yüreğin birgün Tan ağarmadan duracağını... Her askerin bir kalbi ve canı vardı, vatanına feda ettiği. Benim ise sadece canım vardı. Bende onu feda ettim... Söylesene Gülzâre; neden bana kırgınsın? Kalbini kıracak birşey mi yaptım? Affetsen olur mu? Ben kalp nedir bilmem. Bir canım var... İzin ver onu da senin uğruna feda edeyim. Feda edeyim ki anlamı olsun bir canımın. Ha sana feda etmişim ha vatanıma... Senin benim vatanımdan bir farkın yok Gülzâre. Benim her ikiniz uğruna feda edecek bir canım her zaman var. Vatanına milletine düşkün olan bir müzik öğretmeni ve yine vatanına aşık, onun uğruna canını ortaya koyan bir asker... İkisinin yollarını denk düşürmek için herşeyi yapmıştı, kader. Ağlarını örmüş, bir kafes gibi içine hapsetmişti her ikisini. Kaderin tek şartı vardı; ya biri çıkacak ya da beraber öleceklerdi. Ama onların da bir şartı vardı, ya kaderin ağlarını bozup, kafesin demirlerini kıracaklardı. Ya da uğruna canlarını feda ettikleri vatan için beraber öleceklerdi. Ama hayat her ikisinin de planını bozacaktır. Kendi kalemini alacak, ve onların sonlarını yazacaktı. Her ikisi içinde şehadet kaçınılmazdı. Öyle ya onların da istediği buydu; şehadete ermek... "Bazılarımız en kalabalık yollarda bile sağına soluna bakarak, gâh durup gâh yürüyerek aheste beste eder."