sekiz

697 43 26
                                    

Camlara sertçe vuran yağmur damlaları düşünmeyi zorlaştırıyordu. Kalbim son hız atıyor ama beynime kan gitmiyordu. Yaptığımız şeyin ağırlığı bir yana, artık kurtulamayacak olmamız da canımı yakmaya başlamıştı.

Buğulanmış gözlerimi buğulanmış camdan dışarı çevirdim. Bir şimşek çaktı o an, hem gökyüzünde hem de zihnimde. Kendime gelmeme yardım edecek şeyin bir yıldırım olacağını kim tahmin edebilirdi?

"Arabayı çalıştır Henry." bana baktı ama sorgulamadan motoru çalıştırdı. "Kimse bizi görmeden gitmeliyiz."

Başını salladı. Hissettiği korkuyu görmek zor değildi. Bendekinin yanında ne kadar küçük kalsa da, gözlerinde birer birer sönen parıltılar bunun kanıtıydı. Yine eline uzandım. Sargısını okşarken ona her şeyi düzeleceğini söylemek istedim. Ama yapamazdım. Yalan söyleyemezdim.

Parmaklarımı eklemlerinde gezdirdim. İkimiz de tedirgindik. Bir çare bulmamız gerekiyordu. Muhtemelen de bunun için zamanımız fazlasıyla kısıtlıydı.

Sessizlik içerisinde süren eve dönüşte, elimi elinden bir saniyeliğine dahi geri çekmemiştim. Sadece biraz olsun rahatlık vermek istiyordum.

Derin düşüncelerim Henry'nin son zamanlarda yaşadığı şeylerin kolay olmaması üzerine yoğunlaşmıştı. Çok sevdiği nişanlısı, başka birinden hamileydi. Ve Tanrım, ölmüştü. Sonra, dünkü aile kavgası... Hatta gece yaşadığımız ufak ama utanç verici olay bile onun için can yakıcıydı. Şimdi ise, talihsiz bir cinayet...

Her şeyin şaka olmasını diledim. Ya da Henry'nin sihirbazlık numaralarından olmasını...

Arabayı nasıl bulmuşlardı? Biri mi ihbar etmişti? Bizi görmüş olabilirler miydi? Sorularıma elbette cevap bulamıyordum. Bu da sırtımdan yukarı bir elektrik çarpma hissine sebep oluyordu. İçim ürperiyordu. Eğer biri bizi ihbar etmiş olsa bile, bir şey fark etmezdi. Buldukları kol saatinde bu aileye ait imza vardı.

Beynimi kemiren bunca sorunun yanıtsız kalması daha acı vericiydi.

Eve iki sokak kadar kaldığında Henry arabayı kenarda durdurdu. Bir şey düşünüyor gibiydi. Yutkundu. Sonra yüzüme baktı. Gözleri dolu doluydu.

"Clementine..." ismimi mırıldandı. Kelimeler sanki dudaklarında düğümleniyordu. "Gidelim buradan." dedi. O an da benim dudaklarım titremeye başlamıştı.

"Gidelim derken, kaçalım mı demek istiyorsun?" diye sordum kekeleyerek. Cevabı ise zaten biliyordum.

Başını salladı.

"Yapamayız Henry." diyebildim saniyeler sonra. Dünya üzerime geliyor gibiydi. "Bir düşün... Bugün olanları geleceğimiz mahvolmasın diye planladık. Şimdi kaçıp gitmek... Aynı şey demek." kullandığım kelimeleri anlayabildiğinden emin olmak için gözlerine baktım. Zira kekelemeye devam ediyordum.

Yağmur damlalarının düştüğü yere, gökyüzüne döndü. İşte orada, sakallarının arasından bir damla göz yaşının kaydığını gördüm. İçimdeki sızlayan yaralar çoğalmıştı sanki. Kendim için mi, onun için mi endişeleniyordum?

Emniyet kemerimi çıkarıp boynuna sarıldım. Parfümü artık hüzünlü geliyordu burnuma. Sanki hasretinden öldüğüm biriymiş gibi sarılıyordum. Halbuki saatler öncesine kadar tanımadığım, saçma sapan sihirbazlık numaraları yapan bir adamdı kendisi.

Sırtımda ellerini hissettim. Gözlerimi kapatıp saniyelerin aramızdan akmasına izin verdim. Bu işten kurtulmanın hiçbir yolu yoktu. Ama düşünmekten vazgeçmeyecektim.

Geri çekilip kemerimi yeniden taktım. "Beni eve bırak ve saklan. Kısıtlı olsa da vaktimiz var. Bir çözüm bulmaya çalışacağız. Tamam mı?"

The Trick || Henry CavillWhere stories live. Discover now