on beş

209 18 8
                                    

Gözlerimi hafifçe araladım. Başımda şiddetli bir ağrı vardı ve bu oldukça tanıdık geliyordu. Sanki zaten uykuya dalmadan önce de ağrıyor gibiydi.

Etrafa bakmaya başladım. Nerede olduğumu anlamak ve her şeyi yeniden hatırlamak uzun sürmedi.

Henry ile yaptığımız bir pisliği temizlemeye çıkmıştık. Pislik diyerek geçiştirdiğim bu şey, araba kazası geçirip birini öldürdüğümüzü sanmamızla başlamıştı. Çarptığımız arabayı -aptal olduğumuz- için -ya da şoktan doğru düşünemediğimiz için- kanıt yok etmek adına içerideki insanla birlikte göle atmıştık... Sonrasında ise adamın zaten çoktan ölmüş olduğu ve onu başkasının öldürdüğü ortaya çıkmıştı. Gerçek katil ise bizim yaptığımız şeyden haberdardı. Bu yüzden bizi kanıtları polise götürmekle tehdit ederek yeni kötü işlere bulaştırdı. En son, bu adam için uyuşturucu yüklü bir aracı Bristol'e götürmeye çalışıyorduk. Biraz aklımızı çalıştırıp bir şeyler planlamıştık. Fakat bizi tehdit eden adamı yakalamak için kurduğumuz plan, yolun yarısında benim kaçırılmamla suya düşmüştü. Şimdi Henry'nin hem aracı götürmesi hem de beni kurtarması gerekiyordu.

Ellerimi kaldırdım. Bileklerimdeki plastik paket kelepçesi artık yoktu. Ama uzun süre geçmeyeceği açıkça belli olan morluk ve yara izleriyle kelepçenin eski yeri görünüyordu. Refleks olarak bileklerimi ovaladım. Başımın ağrısının sebebi ya bir yere çarpmam, ya burnuma bastırdıkları ilacın etkisi, ya da ağlamamdır diye düşündüm. Her ne ise, zonklamalar kesilmiyordu.

Yavaşça ayağa kalkmaya çalıştım. Tökezleyince duvardan destek aldım. Yürüyebilecek durumda mıydım? Hemen bacaklarıma baktım. Her şey normal görünüyordu.

Son tartışmamızdan sonra adam başıma vurmuş ve beni bayıltmış olmalıydı. Veya ben kendimden geçmiştim. Hatırlayamadığım tek şey nasıl bu hâle geldiğimdi.

Dilim damağım birbirine yapıştığında etrafa tekrar göz gezdirdim. Kirli beyaz duvarlar, tavana yakın kafa büyüklüğünde birkaç havalandırma penceresi, ortası çökmüş bir tahta sandalye ve fırlatıldığı belli olan pet bir su şişesi görüyordum. Pek de fazla düşünmeden su şişesine uzandım. Hızla kapağını açıp içmeye başladım. Susuzluktan ölmemem için bana bırakıldığı belliydi.

Beynime biraz daha oksijen gitmeye başladığında vücudumu tekrar kontrol ettim. Topuklarım acıyordu. Sanki tahriş olmuşlar gibiydi. Beni yerde sürüklemiş olmaları mümkün müydü?

Küçük pencerelere doğru ilerledim. Dışarıyı göremiyordum çünkü pencere başka bir duvara bakıyor gibiydi. Ama birkaç ses duyabiliyordum. Bizi tehdit eden adamın sesiydi bu. Telefonla konuşuyor gibiydi. Sinirliydi. Boğuk ve yankılı gelen sesten sadece birkaç kelime anlayabiliyordum. Bunlardan çoğu aynı tonda 'biliyorum' cümlesiydi. Bir şeyin kolay olmadığından da bahsediyordu. Bunların yanında en çok ilgimi çeken kelime; 'sevgilim' kelimesi olmuştu. Yanlış duymadığım konusunda çok emindim. Fakat gerçekten sevdiği biriyle mi yoksa sadece şaka amaçlı o şekilde hitap ettiği biriyle mi konuşuyordu ondan emin olamıyordum.

Konuşma kesildiğinde kulağımı dayadığım duvardan uzaklaştım. Kendime çıkış yolu aramak için etrafı incelemeye devam ettim. Odanın tek çıkış yeri olan kapısı metaldi. Kilitli olduğunu bilmeme rağmen kolu itekleyerek kontrol ettim. Beklediğim gibi, açılmamıştı ama zorlayarak tekrar şansımı denedim. Ağrıyan omzumu ovalarken düşündüğüm tek şey, kendi başıma bu kapıyı açmamın imkânının olmamasıydı.

Sırtımı kapıya verip etrafı tekrar incelemeye başladığım sırada kulaklarım duyduğum adım sesleriyle irkildi. Ellerimden destek alarak duruşumu dikleştirdim. Adım sesleri içeride dönüp dolaşıyordu.

The Trick || Henry CavillWhere stories live. Discover now