10

629 35 22
                                    

Blaise sabah arkadaşlarını gönderdikten sonra doğruca yatakhaneye gidip yatağına kurulmuştu. Telefonu yandaki komidine koyup derin bir uykuya daldı.

Ona kısa gelen zamanın ardından çalan telefonuyla uynınca yerinden zıpladı. Diğer hepsinin aksine uykusu çok hafifti.

Telefonu eline alıp ekrandaki Draco yazısına baktı. Ardından açıp uykulu sesiyle "Alo!" dedi.

"Ohooo, saat kaç oldu? Uyuyor muydun?" dedi Draco.

Blaise telefonu kulağından çekip yüzünün hizasına getirdi. 15.57 yazan saate bakıp "Baya geç olmuş, olmasa bir işim vardı sanki." dedi. Normalde çok uyumayı sevmezdi.

"Yok uyu uyu, sadece Zonko'nun dükkanından bir şey ister misin diye soracaktım." dedi Draco. Ardından "Onu bırak, karnın ağrıyor onu yedikten sonra Theo." diye devam etti.

Blaise gülümseyip "Yok, bir şey istemiyorum. Sen yanındakine sahip çık yeter." dedi.

"Çocuk gibi, sürekli kavga ediyoruz. Madam bilmem neyin çay dükkanına gidecekmiş. Niye diyorum 'Çay içeriz.' diyo. Birbirinin dilini boğazına sokan insanlara fazla meraklı." dedi.

"Sen ne anlarsın. Hadi kapat uykum kaçmadan yatacağım." dedi Blaise. Cevap beklemeden de kapatıp telefonu aynı yerine koydu. Ardından kendini geriye doğru attı.

Bir süre öylece beklese de uyuyamadı. Sonra da uykuyu boşverip bilekleri dar eşofmanını ve üzerine de kazağını geçirip doğruca ortak salona indi. Etrafta çoğunlukla bir ve ikinci sınıflar vardı. O da zaten oturmayı değil quidditch oynamayı planlıyordu.

Yanına aldığı süpürgeyle birlikte ortak salonun kapısından çıkıp yürümeye başladı.

"Blaise!" diyen sesi duymasıyla geri dönüp duvarın dibinden anca hareketlenebilmiş çocuğa baktı.

"Ne işin var burada Potter?" dedi şaşkınlıkla.

"Seni bekliyordum... Konuşmak için." dedi.

"Öyle mi? Kusura bakma işim var. Başka zaman." diyip yürümeye devam etti.

"Konuşmak için öğle yemeğinden beri bekliyorum. Lütfen." diye üzgün bir sesle konuştu Harry.

Blaise şaşkınlıkla yanında yürüyen çocuğa baktı. Sonra kafasını iki yana sallayıp cevap vermeden quidditch sahasına devam etti.

"Eee, hadi artık bir dur." dedi Harry.

Blaise sinirle süpürgesini yere çarpıp ellerini Harry'nin göğsüne koyarak itti. Harry şaşkınlıkla geriyr doğru giderken Blaise çıkarabildiği en yüksek sesle "Amacın ne şerefsiz it, ayrılan sendin, istemiyorum diyen de sendin. Şimdi geliyim konuşalım, yok kızı yanlış anladın bilmem ne. Siktir git uzak dur benden." dedi.

Sözleri bittikten sonra gitmek yerine öylece durdu yerinde. Belki bir açıklama gelir diye umuyordu. Sözlerinde tersini belirtse de içten içe bunu çok istiyordu.

Harry de kafasını eğip yere baktı. Suçlu olduğunu biliyordu. Bunları yaparken umursamaz diye düşünmüştü. Sonuçta o Blaise Zabini'ydi. Dünya umrunda değildi.

Blaise sonunda beklemekten vazgeçip eğilip süpürgesini aldı. Harry Blaise tam yürümeye başladığı sırada konuşmaya başladı.

"Umrunda değilim sanıyordum. Kimseyi umursamıyordun ve beni de aynı görüyorsun sandım. O yü-

"Sana seni sevdiğimi söylemiştim. Kime böyle dediğimi duydun?" diye yine yüksek sesle sözünü kesti Blaise.

"Bak bana bağırmayı kes tamam mı? Haklısın biliyorum ama sen sadece kendi haklı olmana bakıyorsun. Beni sevdiğini söyleyip beni anlamaya çalışmıyorsun."

"Ben gidiyorum, saçmalamayı kes."

Harry derin bir nefes aldı. Söyleyecekleri onu zorluyordu.

"Ben sevilen biri değilim, adımın bilinmesi seviliyorum anlamına gelmiyor. Neredeyse hiç sevildiğimi hissettmedim. Sen öyle söyleyince sırf yanında olayım diye söylüyorsun sandım. Benimle dalga geçmek için yaptığını bile düşündüm. Ama son zamanlarda bana baktığında üzüntünü gördüm. Belki eskisi gibi olmaz ama çabalıyorum." dedi.

Blaise çocuğun yüzüne baktı. Dağılmış saçları önüne düşüyordu ve gözleri de gözlük olduğu halde çok güzel duruyordu. Uzun zamandır ilk defa bu kadar rahat bakabilmişti.

Harry bir şey dememesinden cesaret alarak kollarını Blaise'in beline doladı. Blaise de dayanamayıp ellerini çocuğun sırtına koyup kendine daha da çekti.

"Bana inan." dedi sadece.

Harry duyduğu şeyle kafasını kaldırıp çocuğa baktı. Sırtındaki eller hareketini kısıtlasa da kendi ellerini çocuğun yanağına koyup dudaklarını dudaklarına kapattı. Hemen sonra geri çekilip "Seni seviyorum." dedi.

************

"Ya çok güzel değiller mi Draco?" dedi Theo.

Sarışın oğlan gülümseyip elindeki ojenin kapağını kapattı. Theo seviyor diye bir sürü renk almışlardı ve her tırnağına bir başka rengi kendisi sürmüştü.

"Sen beğendiysen ben de beğendim." dedi sonra.

"Sen bu işi iyice güzel yapmaya başladın. Bundan sonra asla kendim sürmem bunları." dedi Theo. Gözlerini ellerinden çekmeden konuşuyordu. Dolayısıyla Draco'nun ona gülümseyerek baktığını da fark etmiyordu.

"Sen iste ben sürerim." dedi sessizce.

Theo bu fısıltı gibi sesten çok etkilendiği için kafasını Draco'ya çevirdi. Gülümsemesi görünce utanıp biraz kızarsa da başka tarafa bakmadı. Biraz yaklaşmak istiyordu Theo. Sarılmak, belki öpmek. Ama yapmaya cesareti yoktu.

Draco bakışma faslını boşverip Theo'nun elini tutarak ayapa kalktı.

"Hadi gidelim üşürsün, tırnakların kurumuştur artık." dedi.

Theo elini tutan eli biraz daha sıkıp kafa salladı. Sessiz sessiz küçük adımlarla yürümeye başladı. O sırada Draco kendi eliyle birlikte onun da elini kabanının cebine sokunca gülümsemekten ve Draco'ya bakmaktan kendini alamadı.

************

Best çiftim Draco//Theo

Allah'ım yarabbim ne tatlılar. Ama ben en çok en sevdiğimi üzerim :)

Pansmione//Yarı TextingWhere stories live. Discover now