(8) Yoğun geçen bir gün

299 36 23
                                    

"İstesen de, istermesen de, kader öz oyununa seni dahil eder ve kazandan da kaybetse de bunun sonuçları yalnız seni ilgilendirir."

Son bulaşığı da bulaşık makinesine yerleştirdikten sonra buzdolabına doğru yürüdüm. Dün adamları göndererek meyve sebze gibi bir sürü mutfak alışverişi yaptırmıştım. Bu gün Eflah'ın geleceğini bildiğim için önceden ona göre hazırlamıştım mutfağı.

Elime büyük portakallardan üç tanesini alarak buzdolabının kapağını kapattım. Meyve suyu sıkma makinasını çalıştırmadan önce portakalları bir güzel yıkadım.

Genelde alışveriş yapıldıktan sonra evde olurum ve her şeyi önce yıkar sonra buzdolabına yerleştirirdim. Ama dün yoğun olduğum için evde değildim. O yüzden bu işi adamlara vermiştim.

Musluğun altında portakalları güzelce yıkayarak bir tabağa bıraktım. Tabağı makinanın yanına bırakarak bıçak almak için çekmeceyi açtım. Siyah bıçağı aldıktan sonra çekmeceyi geri yerine kaydırdım ve elime aldığımda portakalları iki yere ortadan böldüm.

Meyve suyunu sıktıktan sonra bardaklara boşalttım. Peçete aldıktan sonra bardakları elime aldım ve salona koltukların olduğu bölüme doğru yürüdüm. Eflah'ın önünde durarak elimdeki bardağı ve peçeteyi uzattım.

Bardağı aldıktan sonra burnuna yaklaştırdı. Önce uzunca kokladı ve o bunu yaparken ben de karşısındaki tekli koltuklardan birine oturdum. Bu durumu garip bulmuştum.

"İçinde zehir olmadığına emin olabilirsin. Seni öldürmek isteseydim bunu çoktan yapmıştım ve emin ol sen bundan hiç şüphelenmezdin bile. En azından seni kazayla vurduğumda ölüme terk ederdim. Bana zararı olmayan kimsenin canını yakmam." dedim büyük bir cidiyyetle. Ben onun için her şeyin iyisini yapmaya çalışırken o bana böyle muamele etmemeliydi. Hem bunu şaka amaçlı sormuştum, çünkü yüzündeki ifadeye bakılırsa bundan hoşlanıyordu.

"Bunu sizin beni zehirlemek istediğinizi düşündüğüm için yapmadım. Portakal kokusunu seviyorum sadece. Hem zehir koklanarak anlaşılmaz ki, eminim bunu iyi biliyorsunuzdur." dediğinde içimden alay edesim geldi.

"Taze sıkılmış meyvelerin kokusu bana huzur veriyor." diye devam etti açıklamasına ve başını hiç kaldırmadan dudakları kıvrıldı.

"Hem bunu sadece sorduğunu biliyorum. Bir dahi ile karşı karşıyayım değil mi?" dediğinde durup yüzüne boş gözlerle bakınmakla yetindim.

Ben onun nasıl zeki olduğunu ve zeki kelimesinin az kaldığını, dahi olduğunu anladığım gibi o da benim insan üstü zekam olduğunu anlamıştı.

"Cevabını bildiğiniz sorular yerine bilmediklerini sorun bence " dedim ben de ona cevap olarak.

"Sizin işinizi merak ediyorum açıkçası." dedi ve bu sefer başını kaldırdı. Meyve suyundan bir kaç yudum aldı ve bunu yaparken gözünü gözümden çekmedi.

Neden bu adama saygı duyasım vardı? Sıradan yetim bir çocuktu ama kendini bilen ağır başlı davranışları öyle güzeldi ki insan ister istemez bu adama karşı saygı duymak zorunda hissediyordu kendini.

"Şirket sahibiyim sadece. Abartılacak bir iş değil." dedim rahatça arkama yaslanarak.

"Bunu biliyorum. Bana bilmediğinizi sorun demiştiniz. Ben de bilmediğim kısımları sormuştum aslında. Elbette buna cevap verme mecburiyetiniz yok. Bu kadar adam özel asansörler ve bunun gibi bir çok özellikle birlikte haraket ediyorsunuz ve bu sadece şirketi olan birine göre davranışlar değil." dedi ve bu beni daha dikkatli olmam gerektiğinin açıkça sinyaliydi.

"Peki. Buna cevap vermeyeceğim ama benim de bir sorum olacak. Sen söyle bakalım bu kadar zeka ile bir araba tamircisinde çalışman ne kadar normal? Ne kadar doğal?" dediğimde o elindeki meyve suyunun hepsini içti ve bardağı sehpanın üzerine bıraktı.

YER ALTI AYDINLIĞI Donde viven las historias. Descúbrelo ahora