BÖLÜM 16: SEVGİLİ

305 244 30
                                    

BÖLÜM  16: Sevgili

Yağız’dan                                                          29.08.2019–07.14
                                                                            İstanbul

Hızla Aybüke’nin attığı konuma vardığımda Aybüke’yi tekrar aradım. Tahminimce 7–8 katlı olan apartmanın 6. katına çıkıp sağdaki dairenin kapısına vurdum. Aybüke için şu an birlikte geçirdiğimiz her andan daha endişeliydim. Sesi çok kötüydü telefonda, tahminimce bu kadar erken bir saatte beni aradığına göre yine Görkem’le veya diğerlerinden biriyle sorun yaşamıştı. İstanbul’a döndüğümüzden beri bir kere Ece’yle, birkaç kere de taşınmama yardımcı olduğundan Görkem’le görüşmüştük. Onun dışında Aybüke ve Doruk’u üç haftadır görmüyordum.
Aybüke kıpkırmızı suratı ve mahvolmuş yüzüyle kapıyı açtı. Hızla ayakkabılarımı çıkarıp içeri girdim ve kapıyı kapattım. Aybüke daha fazla ayakta kalamadığından olsa gerek girişteki koridorda bulunan vestiyere yaslanıp yere çökmüştü. Hızla ve endişeyle onun peşinden yere eğildiğimde yüzünü kapatmış olan saçlarını kulağının arkasına attım. Çenesinden kafasını kaldırıp bana bakmasını sağladığımda çok fazla bakamadı, boynuma atlayıp bana sıkıca sarıldı. Ona karşılık verdiğim sırada kokusunu derin derin içime çektim. Üç hafta çok uzun gelmişti, bir daha ondan asla bu kadar ayrı kalmayacaktım. “Vay Yağız, ben senin bu kadar özleyecek kadar seveceğini görecek miydim ben be!” Lütfen iç sesim, şu an değil. Sonra dır dır tepemde konuşabilirsin ama şu kızın yanında yapma. Şu an bana ihtiyacı var. “Vay vay, sevdiğini de korurmuş. Neyse acıdım. Ama sana değil ha, şu kıza.” Aman acıma zaten bana! Geri zekâlı! Seninle uğraşanda kabahat.

“Aybüke? İyi misin sen?”

“Yağız…”

“Tamam, ağlama. Bak geldim yanına. Gitmeyeceğim söz!”

“Gerçekten mi?” dedi Aybüke ağlarken. Sesi o kadar çaresiz çıkıyordu ki ağlayasım gelmişti.

“Söz! Ama şimdi kalk buradan. Üşüteceksin yerler soğuktur.”

Bir elimle Aybüke’nin kolunu tuttum, diğer elimle de belinden tutup destek vermeye çalıştım. Yavaş adımlarla onun gösterdiği odaya doğru ilerledik. Oturma odasına ulaştığımızda, odanın aşırı bir şekilde dağınık olduğunu gördüm. Yastıklar yerdeydi, perdenin bir kısmı açıktı, halı kaymıştı eğri duruyordu, ortadaki sehpa ise tamamen eğriydi. Gözlerimi lacivert ve mürdüm moru ile süslenmiş odadan alıp Aybüke’ye odaklandım. Kanepelerden birine oturtup televizyon ünitesinin üzerinde duran bir su şişesini Aybüke’ye uzattım. Birkaç dakika sonra ağlamayı kesip biraz toparlandığında sormanın zamanının geldiğini fark ettim.

“Daha iyisin değil mi?”

Aybüke kafasını salladı. Galiba yine böyle anlaşacaktık.

“Peki konuşmak ister misin?”

Hemen bir şey söylemedi. Birkaç saniye kafasını kaldırıp yüzüme baktı. Ardından sonra tekrar kafasını yere eğdi. Aradan geçen birkaç saniyenin ardından dudaklarını araladı.

“Sana gerçekten güvenebilir miyim?”

Aybüke’nin bu sorusuna nasıl bir cevap vereceğimi düşünmeden hızla konuşmaya başladım.

“Bana güvenebilirsin tabii ki.” dedim hafif bir gülümsemeyle.

“Peki, beni anlayacak mısın?”

“Aybüke, bunu bana söylemeden bilemem ki.”

“Haklısın.” dedi Aybüke beni anladığını belirtir gibi.

DOMİNO Where stories live. Discover now