2'

941 99 56
                                    

Kapıyı sessizce kapatarak içeri girdi. Hemen karşısındaki çerçevesi olmayan aynadan yansımasına baktı bir süre. Siyaha bulanmış halini ne zaman keşfetmişti de bu kadar sevip bir daha da üzerinden atamamıştı bilmiyordu.

Anahtarı, küçük ayakkabılığın üzerine yerleştirdiği kasenin içine atarak eskimiş siyah deri koltuğa ilerleyip kendini bıraktı. Kasenin içindeki bozukluklara çarpan anahtarın uğursuz sesi çınlarken gözlerini tavana dikip kafasını arkaya yaslamıştı.

Akşam yedi sularıydı. Bitirmesi gereken projesi için okulda kalmıştı uzun bir süre. İşe gitmesi için iki buçuk saate yakın bir zamanı vardı. Yorgunluktan kaynaklı bacaklarında hissettiği hafif sızı dışında mental bitkinliği kendini göstermenin de ötesine geçmişti.

İki metre ötesinde mutfakla küçük salonunu birbirinden ayıran tezgaha ilerleyip sabah çıkmadan önce hazırlayıp bir saklama kabına koyduğu yemeğini önüne çekti. Çalıştığı barda atılmak üzere olan taburelerden birini evine getirmeyi akıl ettiğine bir kez daha tebriklerini sunup üzerine oturdu ve yemeğini kaşıkladı.

Changbin beyaz ve soluk bir tene sahipti. Sanki bunu gizlemek için kendisi için anlama sahip olan, olmayan bir sürü dövmeyle kaplıydı kolu. Daha da yaptırmak için yeri vardı. Ağzında çoğalan yemeğini derin bir nefes alarak yuttu. Odanın aslında boş olması gereken köşesinde onlarca karton kesiği ve çoğunun boş olduğunu düşündüğü yapıştırıcı kutuları vardı. Yaklaşık iki haftadır okuldan sonra bu köşeye bir minder atarak oturur ve kurula sunacağı proje hakkında çalışırdı. Sonra da işe giderdi işte, yeterince sıkıcı değil mi?

Mimarlıkta son senesiydi. En azından hayalini kurduğu bölümü okuyordu. Changbin sızlanan ve içinde bulunduğu durumdan sürekli şikayet eden biri değildi. Hedeflerine ulaşabilmesi için dişini sıkması gerektiğini biliyordu o kadar.

Yemeğini bitirip lavaboda işlerini halletti. Biraz kestirmesinde sakınca yoktu. Hafif bir müzik açarak koltuğuna uzandı. Tek kolunu başının altına vererek gözlerini yumdu.

----

Telefonundan yükselen rahatsız edici melodiyle yüzünü buruşturarak uyandı. Alarmlardan gerçek anlamda nefret ediyordu ama başka türlü uyanamayacağının bilincinde olduğundan her seferinde kurardı.

Koltuğun hemen arkasında yarım duvarın ötesindeki yatağına en son ne zaman yatmıştı hatırlamıyordu. Yatağın yanındaki dolaptan bileğine doğru daralan siyah bir eşofman ve aynı renkte bir t-shirt çıkararak üzerini değiştirdi. Dolabın hemen altındaki çekmecesinden birkaç zincir çıkararak boynuna geçirmişti. Alt dudağının solundaki halka piercinginin üzerinde dilini gezdirerek dişlerini fırçalamak için lavaboya girdi. 

Saçları her zamanki gibi formundaydı. Gözlerini devirerek eliyle şekil verip deri ceketini ve siyah botlarını giyerek dışarı çıktı. Cebindeki akbili kontrol ederek metroya ilerledi. Soğuk hava uykusunun açılmasını sağlamıştı.

Belki de şehirdeki çalışan tek yürüyen merdivenle aşağı inerek turnikelerden geçti. Metronun gelmesini beklerken müzik dinlemek için cebinden kulaklığını ve telefonunu çıkardı. En azından kendisi öyle zannediyordu çünkü eline gelen tek şey telefonu olmuştu. Birkaç saniye gözlerini, raylara yaklaşılmaması için çekilen sarı çizgide gezdirdi. Muhtemelen gün içinde giydiği pantolonunun cebinde unuttuğu gerçeğiyle sessiz bir küfür savurdu kendine.

Telefonunu cebine tıkıştırarak hızlanan rüzgâra karşı yürüdü ve gelen metroya bindi. Kulaklığı olmadan bindiği kaçıncı seferdi bu, dört mü?

Titrek ışığın altına oturarak gülüşmeleriyle metroyu dolduran birkaç gençten soyutladı kendini. Piercingini içeriden çevirerek durakların geçmesini izledi. Zaman niye bu kadar yavaş geçmişti anlam veremedi. Müzik, yaşadığı bu rutinden kendisini çekip çıkarabilen tek şeydi sanki. Unuttuğu şey ise müziği de rutin haline getirmesiydi ve şu anda bu yüzden yoksunluk çekiyordu.

İnmesi gereken durağa sonunda varınca metronun durmasını beklemeden ayaklandı. Ne kadar çabuk çıksa iyiydi buradan.

Artık çalışmadığına adı kadar emin olduğu yürüyen merdivenlere bakmadan klasik merdivenleri hızla tırmanıp ara kata çıktı ve kalabalığa daldı. Aslında kalabalık diye hitap ettiğine bakmamak gerekirdi, on kişi Changbin için gayet kalabalık bir sayıydı. Şimdi de bunun iki katı kadar insanın, metronun uzun ara katında olduğunu düşünürsek futbol stadyumlarındaki gibi bir kalabalığın gözünüzün önüne gelmesi imkansızdı.

Adımlarını attıkça kulağına dolan insan seslerinin arasından gitar sesi duyuldu. Bakışlarını her zamanki gibi 21.45'i gösteren büyük duvar saatine çevirmişti. Önüne dönüp gidecekken dün gördüğü çocuğun, kulağına gelen gitar sesini çıkaran kişi olduğu fark etmişti. Üstelik bu sefer çaldığı ve söylediği şeyi de duyuyordu.

Soğuk bir Kasım akşamında kulaklarına dolan Sweather Weather ve ona eşlik etmekten büyük bir keyif duyan klavyenin üzerinde gezinen siyah ojeli eller Changbin'in bir anlık duraksamasına sebep olmuştu.

Şarkının tam nakarat kısmında bakışları buluştu. Siyah göz kalemini hafifçe dağıttığı çekik gözlere baktı. Sahi kaç saniye bakmıştı? İrdelemesine gerek olmadığını düşünerek adımlarını çıkışa yönlendirdi. Şarkı kulaklarına gelmeyi kesene dek çocuğu dinlemeye devam etmişti. 

İşlek caddeye çıktığındaysa artık kendisine ulaşmayan şarkıyla içinde bir burukluk hissetti. Neden hissettiğini zerre bilmiyordu bile. Gözlerini sıkarak başını sağa sola salladı hızlıca. Sanırsa uykusu henüz açılmamıştı. Belki de bu güzel sesten dinlediği şarkı beyninin fonksiyonları birkaç saniyeliğine kapatmıştı kim bilir?

----

Kim Seungmin hem bebek hem hrrrr olmayı nasıl başarabiliyor?

Oops! This image does not follow our content guidelines. To continue publishing, please remove it or upload a different image.

Kim Seungmin hem bebek hem hrrrr olmayı nasıl başarabiliyor?

Kim Seungmin hem bebek hem hrrrr olmayı nasıl başarabiliyor?

Oops! This image does not follow our content guidelines. To continue publishing, please remove it or upload a different image.
21.45 | Seungbin✅Where stories live. Discover now