08

6K 161 13
                                    

Doğa'yla aramızda geçen kavgadan sonra, son birkaç gündür okula gitmiyordum. Henüz hakkında bir şey duymasam da ne olacağını merak etmiyor değildim. Kendi başımı yakmış olursam da pişman değildim. O laflar, yenilir yutulur laflar değildi. Yaptıklarımdan pişman olmazdım ama eğitim hayatıma darbe vurursa o zaman ona daha fazla bileneceğimi de biliyordum.

Anne ve babam işte oldukları için evde yine yalnızdım. Annem, okula gidip gitmediğimi bilmiyordu, fakat kavga ettiğimi biliyordu. Konu hakkında hala sessizliğini sürdürse de iş ileri boyuta taşınırsa bambaşka bir hale bürüneceğini biliyordum.

Kızı darp etmiştim.

Parmaklarımın arasında yer alan mavi kurşun kalemi, kağıdın üzerinde kaydırdım. Elimdeki kalem ahenkle kağıdın üzerinde dans ediyordu adeta.

Planlı bir şekilde bu masaya geçmemiştim. Bir şeylerden kaçış yolum resim çizmek olurdu. Ancak bunu kimse bilmiyordu.

Mühendislik yazmasaydım, hedefim resim üzerine okumak olurdu. Bunu hiçbir zaman aileme ya da bir başkasına söylememiştim. Lisede dahi sayısal okutulan biri için ailemin bana çizdiği gelecek zaten belliydi. Bu sebeple itiraz edememiş, kendi hayallerimden bahsedememiştim.

Kalem, ufak bir ses eşliğinde kağıtta kayıyor ve gerisinde siyahtan tozlar bırakıyordu.

Elime kağıt kalem almadan evvel ne çizeceğimi bilememiştim. Fakat bu, oluşan görüntüyü çizmeme engel olamamıştı.

Eflah'la dudaklarımızın birbirine değmesi ardından ne yapacağımı bilememiştim. Çok kısa bir andı fakat yanlıştı. Ben, hızlı hızlı özür dilemeye çalışmış, Eflah hiçbir şeyin olmadığını göstermek istercesine umursamaz bir hale bürünmüştü. Yanlışlıkla olan bir şeydi, ufacık bir saniyeyi kaplıyordu. Yine de bana bundan çok daha ötesi gibi gelmişti.

Sanırım Eflah'la olan yakınlığımızdan dolayıydı. Bunca yıl yan yanaydık ve kısa bir an da olsa böyle bir şey yaşanınca değişik hissetmiştim.

Başka bir açıklama bulamıyordum.

Kalem, parmaklarım arasında sekteye uğradı. Ucunu kağıttan çektiğimde çizdiğim resmi incelemeden edemedim.

O gece, söylediğim şeye gülerken başını göğe doğru kaldırmıştı. Adem elması gülüşünün eseriyle hareket etmişti. Kağıtta yer alan buydu. Eflah'ın göğe bakıp gülerkenki halini çizmiştim.

Kapının çalmasıyla kağıttan olan bakışlarımı çekmek zorunda kaldım. Çizdiğim resmi, resim defterinin arasına koyarak çekmeceye yerleştirdim ve odamdan çıkarak aşağıdaki kapıya gittim.

Üstüm başım pek hoş halde değildi. Pijama takımlarımı hala çıkarmamıştım ve saçımı tepeden büyük bir topuz haline getirmiştim. Her açıdan yataktan yeni çıkmış gibi duruyordum ve yarım saat öncesine kadar hala uykuda olduğumdan sebep pek de yanlış durmuyordu.

Kapı bir kez daha çaldığında, kulbu aşağı indirerek gelenlere baktım.

Kapının ardında yan yana duran ve ellerindeki poşetleri kaldıran Mislina ve Çisem.

Çisem, anında üzerimdekileri incelerken yüzünü buruşturmuş ve neşesi anında kaybolmuştu. "Şu an biz değil de hayatının aşkı kapını çalsaydı ve sen bu paspal halinde onun karşısına geçseydin bir kader daha başlamadan son bulacaktı."

"Hayatımın aşkı kapımı neden çalsın, Çisem? O mecaz bir söz, farkında mısın?"

"Valla kimin nereden geleceği belli olmaz," Mislina'nın önüne geçerek içeri girdi. Ardından gelen Mislina'yla birlikte de kapıyı kapattım ve üstlerini çıkarmalarını izlemeyerek oturma odasına doğru geçtim. Arkamdan Çisem'in hala devam eden sesini duyabiliyordum. "Belki susamıştır, senden su isteyecektir. Belki evin boyası hoşuna gitmiştir, rengini soracaktır."

AKREBİN ZEHRİ (YARI TEXTİNG) +18Where stories live. Discover now