dört

952 150 55
                                    

neredeyse dört gün olmuştu. her gün eşofmanı bu gün götüreyim diyip asla götürmemiştim. çünkü tuvalete bile gitmeye üşendiğim bir dönemdeydim. en sonunda zaten hafta sonu yine taehyunlara gideriz o zaman veririm artık diye düşünmüştüm.

bu gün günlerden pazardı. yani taehyunlarla beraber dışarda akşam yemeği yiyecektik. ailemiz beraber akşam yemeği yemekten sıkılmamışlardı ama akşam yemeğini evde yemekten sıkılmışlardı. bu yüzden restorantta yiyecektik. altıma siyah kot pantolonumu üstüne de beyaz tişörtümü giymiştim. her ne kadar yaz gelse de akşamlar serin oluyordu. bu yüzden ne ince ne de kalın deri ceketimi almıştım. eşofmanı da herhangi bir çantanın içine koymuştum.

"beomgyu çıkıyoruz."

babamın sesiyle beraber merdivenlerden inmeye başlamıştım. hemen evden çıkmıştık. bizim eve yakın bir restoranta gittiğimiz için yol çok uzun sürmemişti. kısa süre sonra rezarvasyon yaptırdığımız masada oturuyorduk bile.

onları beklerken söylenmeye başlamıştım.  "of bunlar da gelemedi bir türlü. gelseler de yesek ve bitse şu şey." demiştim ağzımın içinde konuşarak.

"beomgyu! oğlum onların yanında da konuşma böyle." diyerek uyarmıştı annem.

bende kafamı sallamış ve göz devirmiştim. yarım saat kadar bekledikten sonra nihayet gelmişlerdi. biz o kadar acele etmiştik yemeğe yetişmek için. ayıptır söylemesi kanglar sallana sallana gelmişlerdi.

"kusura bakmayın. bir aksilik oldu."

gülümsedim taehyun'un babasına. babam da sorun yok tarzı bir konuşma yapmıştı. annemin bolca uyarılarına maruz kaldığım için taehyun'a da selam vermek zorundaydım. yanına gidip elimi uzattım. o da elimi sıktığında "sonunda geldiniz. sandalyelere yapışmıştık." dedim. "benim yüzümden oldu. gelmeye ikna olmadım. burada boş oda olmayınca gelmemin de bir amacı yok diye düşündüm." demişti o da.

dediği şeyle kızarmıştım. ama sinirden mi utançtan mı bilmiyorum. hemen elimi geri çekmiştim. "çıkarcı pislik. uzak dur benden." hemen elimi çekmiş ve sahte bir gülümseme takınarak geri yerime oturmuştum.

sipariş verip yemeklerimizi yemeye başladığımızda hiç kafamı kaldırmadan sadece yemeğime odaklanmıştım. bir kere bile göz göze gelmemiştik. gerçekten beni çok sinir ediyordu. bunu nasıl utanmadan söyleyebiliyordu anlayamıyordum. ben aklıma gelince bile çekiniyordum. onun bu rahatlığı çok tuhafıma gidiyordu.

"ee beomgyucum nasıl gidiyor?"

taehyun'un annesi konuşmaya başladığında bayan kang'a dönmüştüm. "iyi gidiyor sağolun."

"bu gün biraz moralin mi bozuk?" demişti taehyun.

vay canına neden acaba? "aslında hayır. ama nedense son birkaç saattir içimde bir huzursuzluk oluştu." demiştim. nedenini biliyordum. tabii ki taehyun yüzündendi. bazen ondan nefret etme işini abarttığımı düşünüyordum. ama hayır. ben dümdüz nefret ediyordum bu çocuktan. öpüşmemiz, nerdeyse seks yapacak olmamız umrumda bile değildi. hiç haz etmiyordum. zaten o yaptıklarımız da bir anlık gazla olmuştu. kendi kendimi gaza getirmiştim. bir daha böyle bir şey yapmamalıyım.

oturduğum sandalyeden kalkıp, ayakta dikildim "dışarda bir dondurmacı görmüştüm gelirken, çok severim de canım çekti. izniniz olursa gitsem olur mu?" demiştim. herkes onaylar biçimde kafa salladığında sırt çantamı alıp çıkışa doğru ilerlemiştim.

dondurmacı hala gördüğüm yerinde duruyordu. "merhaba, ben iki top dondurma alacağım. biri limonlu biri de kakaolu olsun lütfen."

"hemen veriyorum."

limerence | taegyu Where stories live. Discover now