on üç

832 122 26
                                    

"beomgyu, aşağı gel oğlum!"

oflayıp yattığım yerden kalkmıştım. daha yeni uyandığımdan dolayı gözlerimi kırpmaya bile üşeniyordum. gerçi bu benim her zaman ki halimdi. pijamalarımla ve dağınık saçımla beraber aşağı doğru adımlamıştım. salona girdiğimde karşımda taehyun vardı. aslında dün geleceğini tahmin etmiştim. fakat bu kadar erken geleceğini düşünmemiştim. taehyun'a sert bakışlarımı iletirken, taehyun da bana "ne var?" der gibi bakıyordu. annem bizim bu bakışmamızı fark edecek ki sessizliği bozmuştu.

"taehyun birlikte dışarı çıkacağınızı söyledi. o yüzden gelmiş."

"dışarı mı çıkacakmışız? benim niye haberim yok?" demiştim gözlerimi taehyun'dan ayırmadan.

"unutmuşsun demek ki." demişti taehyun.

gözümü devirip salondan çıkmış ve odama doğru yönelmiştim. taehyun ise zaman kaybetmeden takip etmişti beni. aniden durup arkamı dönmüştüm. "üstümü değiştireceğim taehyun. niye geliyorsun peşimden, git."

"üstünü değiştireceğin için seninle geliyorum zaten."

"pis fırsatçı sapık."

taehyun gülmüştü. "şaka yapıyorum. seni kapının önünde bekleyeceğim."

tepki vermeden odama girmiştim. mor bir tişörtün altına siyah bir kot giymiştim. saçlarımı da düzeltip çıkmıştım odadan. acaba nereye gidecektik? beni nereye götürecekti? muhakkak bir planı vardı beni götürdüğüne göre diye düşünmüştüm.

"hızlı hazırlandın."

"senin için saatlerce süslenecek değilim." demiştim taehyun'u terslerken. o ise tam aksime bana gülümsemeye devam ediyordu. bu çocuk nasıl bir anda pamuk gibi olmuştu böyle?

anneme veda edip evden çıktığımızda taehyun'un arabasına binmiştik. üniversiteye gelmek ve gitmek harici arabasını pek kullanmazdı. bu gün arabasını getirdiğinden uzak bir yerlere gideceğimizi anlamıştım. emniyet kemerini takıp iyice yerleşmiştim koltuğa. yeni uyandığım için fazla enerjik değildim. bu yüzden koltukta mayışmak gibi planlarım vardı.

"nereye gideceğiz?"

"sürpriz olacak."

"ne kadar sürer?"

"kırk beş dakika rahat sürer."

"yuh! kaçıracak mısın beni."

"henüz değil." taehyun'un söylediği şeyle şaşkınca ona bakıyordum. henüz değil mi? yani kaçıracaktı ama henüz değil. bok kaçırırdı. gözlerimi devirmiştim. ve yolu izlemeye başlamıştım. yol boyunca hiç konuşmamıştık.

gerçekten de dediği gibi kırk beş dakika kadar bir süre sonra araba durmuştu. geldiğimizi anlayıp emniyet kemerimi çıkarmıştım. arabadan indiğimde geldiğimiz yere bir göz atmıştım. ormanlık alan gibi duruyordu. bir sürü ağaç vardı. ve ağaçların arasında da bir yol vardı. fakat dar bir yoldu. yani arabaların geçmesi için değilde insanların yürüyüş yapması içindi. daha çok ıssız bir yere benziyordu. sessizdi. bizden başka tek tük iki üç tane araba vardı. gerçekten kaçırılmış gibi hissediyordum kendimi. "hani henüz kaçırmayacaktın. burası neresi? kaçırdın sen beni bayağı. sözlerini tutmuyorsun seni yemem demiştin ama yedin şimdi de kaçırmayacağım dedin kaçırdın." demiştim cümlelerimi arka arkaya, sakin bir ses tonuyla sıralarken.

"seni kaçırdıysam neden bu kadar sakin ve rahatsın o zaman beomgyu bey?"

cevap vermeden önümde ki yoldan yürümeye başlamıştım. taehyun da hemen ardımdan ilerliyordu. "nereye gidiyorsun acaba yolu bilmeden?" sesini yükseltirken eklemişti. taehyun'un bana yetişmemesi için hızlı adımlarla ilerliyordum. ben öndeydim o da hemen arkamdaydı.

limerence | taegyu Where stories live. Discover now