Memories of the Past

109 15 0
                                    


   Saatler süren yolculuğun ardından arabayı park ettiğim yerde usulca el frenini çekmiş, birkaç dakika boyunca karşı sokakta duran dükkânı izlemiştim. Omuzlarım çöküktü, umutsuzca oturduğum koltukta sanki oraya yığılıp kalmışım gibi hissediyordum. Gece yaşadığımız tartışmanın ardından uyuduğum iki saatlik uykudan sonra huzursuzlukla geri kalkmış, saat daha sabahın 7'sini bile göstermezken kendimi evden dışarı atmıştım. 3 buçuk saat süren yolcuğun ardından Londra'ya benzer bir şekilde Manchester da pazar gününde olduğumuzu belli edercesine kalabalıktı. Ama ben, karşımdaki renkli ışıklarla çevrili dükkânı izlerken oldukça yalnız hissediyordum. Ve bu hissin bir sonu yok gibiydi.

   Titremeye başlamış ellerimle arabanın kapısını açıp dışarı çıktıktan hemen sonra kapıyı yavaşça kapatıp arabayı kilitlemiştim. Adımlarım beni senelerimi geçirdiğim minik kafeye götürürken, sanki bir daha asla geçmeyecekmiş gibi göğsüme yerleşmiş olan ağırlık yine kendini belli ediyordu. Burada geçirdiğim 4 sene kafeye doğru attığım her adımda gözlerimden hızlandırmaya alınmış gibi akıp giderken, geçmişime dair bildiğim tek şey çok daha mutlu olduğumdu. Zaten bu mutluluğu kaybetmiş olmak beni bu hâle düşürmemiş miydi?

   Burada geçirdiğim senelerde kafeyi süsleyen kahkahalarım, Yaser'in bende en sevdiği şey olan bitmek bilmeyen yaşam enerjim ve dört bir tarafımı saran umutlarım sanki geçirdiğim senelerden sonra benden sökülüp alınmış gibiydi.

   Kafenin önüne gelip de kapıyı içeriye doğru ittiğimde, kapının hemen üzerinde duran küçük çanın çıkardığı ses kulaklarıma dolup beynime devasa bir acının saplanmasına sebep olmuştu. Tezgâhın arkasındaki bölmede duran Danny Gier gelen sesle birlikte başını kaldırarak kapıya bakmış, beni en son görüşünün ardından geçen yaklaşık iki seneyi gözler önüne serecek acı dolu bir gülümseme ile gözlerime bakmıştı. Onu en son Yaser'in cenazesinde gördüğümü çok net hatırlıyordum.

   Hızlı adımlarla tezgâhın arkasından çıkarak bana doğru adımlarken, sesine yansıtmamakta zorlandığı özlemiyle birlikte kollarını iki yana açmıştı. Beni en iyi onun anlayacağını biliyordum.

"Bella!" Dudaklarıma düşen titremeyi umursamadan benim için açtığı kollarının arasına girerken, onun yaptığı gibi ben de onu sıkıca sarmıştım. Omuzlarıma dolanan kollarının ardından onun ve kafenin tanıdık kokusu gözlerimde kocaman bir sancının oluşmasına sebep olmuştu.

"Ne kadar da güzel bir kadın olmuşsun!" Başımı omzuna yaslarken, sırtındaki ellerimi sıkılaştırdım.

"Burayı çok özlemişim." Mırıltımın ardından Bay Gier beni omuzlarımdan tutarak kendinden uzaklaştırdı ve yüzümü inceledi.

"Dur da sana daha iyi bakayım." Omuzlarımda duran ellerinden biri başımın üzerine ulaştığında ve şefkatle okşadığında özlem dolu gözlerle onu izlemiştim.

"Kilo mu verdin sen?" Başımı iki yana sallayarak gülümseyişimin ardından, omzumdaki eliyle beni boş olan masalardan birine yönlendirmişti.

"Gel otur bakalım, güzel bir sohbet edelim." Kendisi de karşıma oturduktan sonra ben üzerimdeki ceketi çıkarırken, o da tezgâhın bulunduğu tarafta bir yere seslenmişti.

"Lucy, bize iki tane Mocha hazırlar mısın? Çift shot olsun." Tezgâhın arkasında beliren minyon tipli genç bir kız Bay Gier'ı onayladıktan sonra hazırlamaya koyulmuştu. Elimdeki ceketimi yanımızda duran boş sandalyeye bırakırken, ona doğru mırıldanmıştım.

"Neyi sevdiğimi hâlâ unutmamışsınız." Bay Gier sıcak gülümsemesiyle beraber beni cevaplamıştı.

"Nasıl unutabilirim ki? Burada beraber 4 sene geçirdik." Özlemle iç çekerek pek de değişmemiş olan kafede gözlerimi gezdirdim. O sırada Bay Gier devam etmişti.

All Too Well / z.mWhere stories live. Discover now