It Had to Be

99 11 2
                                    

   Mutfaktaydık, masanın üzerine bıraktığı telefonundan neşeli melodiler yükselirken, aynı neşeyle bazı anlarda şarkıya eşlik ediyor ve enteresan bir şekilde sesinin beni büyülemesine izin veriyordu. Böyle bir sesi olduğunu ilk defa duyuyordum. İnkar edemeyeceğim bir şekilde beni fazlasıyla etkiliyordu.

   Annemlerin bizi ziyaret etmek istediklerini söylemelerinin ardından onları akşam yemeğine davet etmekte karar kılmıştık. Zaten günlerden cumartesiydi, iş yoğunluğu olmadan sabah kahvaltımızı beraber yapmış, alışverişe giderek yemek için gerekli olan eksik malzemeleri almıştık. Evden çıktığımız andan eve girene kadar olan anların hepsinde elimi tutmuştu ve bu bana başta çok tuhaf gelse de sonradan fazlasıyla hoşuma gittiğini inkâr edemezdim. O 29 bense 27 yaşında koca yetişkinlerdik fakat liseli ergenler gibi flört ettiğimizi görmenin beni güldürmesi gerekirdi. Fakat gülemiyordum, aksine hoşuma gidiyordu.

   Ve tam şu anda mutfakta yemekleri hazırlarken bazı anlarda durup sadece yaşadığı keyfi izliyordum. Mutlu görünüyordu ve onu mutlu görmek beni de mutlu etmişti. Bu hisse fazlasıyla yabancıydım.

"Patatesler haşlanmış mıdır?" Ona dönüp baktığım sırada hazırladığım sosu sos kabına doldurmakla meşguldüm. Hemen yanımdan geçerek ocağın üzerinde duran tencereye yöneldiğinde hafifçe omuz silkmiştim.

"Yanındaki bıçakla bir tanesini kontrol edebilirsin. Pişmiş olması gerek." Uzanıp dediklerimi yapmaya başladığında sosu servisleri hazırladığımız masaya eklemiş, ardından tezgâhın üzerindeki salatayı da masanın ortasına bırakmıştım.

   Şarap rafının yanında asılı duran kadehleri de masaya bıraktığım sırada şaraplardan birini çıkarıyordum ki, Zayn'in gayet sıradan olan konuşması bir anda beynime bıçak saplanmış gibi hissetme sebep olmuştu. Çünkü kullandığı sıfat bıçak kadar keskindi.

"Güzelim, lavabonun yanındaki tabağı verir misin?" Lanet olsun ki etkileniyordum işte. Evet, birkaç gün önce bana sevgilim demesi ve şimdi de bir anda ortaya çıkan güzelim kelimesi beni fazlasıyla etkiliyordu.

   Yutkunup kendi içimde fırtınaların koptuğu birkaç saniyelik duraksamanın ardından hızlıca atılıp tabağı ona verdiğimde dudaklarına yerleşen geniş bir gülümsemeyle bana teşekkürünü mırıldanmıştı. Ardından çıkardığı patatesleri tabağa yerleştirip masaya doğru bırakmıştı. Dönüp bana baktığında, olduğum yerde kalmış ona izlemeye dalmış olduğumun yeni farkına varıyordum.

"Ne oldu?" Bir anda ortaya çıkan sorusu ile hızlıca ona arkamı dönerek kenara ayırdığım garnitürleri başka bir tabağa alma işlemine girişmiştim. Enteresan bir şekilde gerilmiştim.

"Hiçbir şey olmadı." Arkamdan bir yerden güldüğünü duydum. Lanet olsun, fark etmişti işte!

   Tabağa garnitürleri düzenle yerleştirdikten sonra tam kenara bırakmış, yanımdaki lavaboya uzanarak ellerimi yıkamaya koyulmuştum ki; önce karnıma dolanan ellerini, ardındansa bedenime yaslanan bedenini hissetmek nefesimi kesmişti. Sağ tarafımdan uzattığı başını halihazırda açıkta olan boynuma doğru eğip dudaklarını tenime bastırdığında ne zaman dikleştiğini anlamadığım omuzlarım hafifçe aşağı inerek rahatlamıştı.

"Güzelsin ve benimsin. Bence doğru bir kelime kullandım." Kelimeyi ekine ve köküne ayıracak olursam haklı olduğu ortadaydı. Ama benim buna takılmadığımı çok iyi bildiğinden emindim. Hafifçe cevapladım.

"Adaptasyonda sorun yaşıyorum bazen." Kıkırdayarak boynumu bir kere daha öptükten sonra belimdeki elleri ona doğru dönmemi sağladı. Bakışlarım gözlerine çıktığında gülümsemesinin oraya uzandığını görmek beni heyecanlandırmıştı.

All Too Well / z.mWhere stories live. Discover now