empat

2.3K 252 185
                                    

Burada bir gün daha; bir işkence günü daha.

Gece azıcık bile uyumamıştım. Günün ilk ışıklarına şahit olduktan sonra saat on civarı kapı tıklatılmıştı. İçeri giren Joo'ya bakıp gözlerimi devirdim.

Yaklaşıp yanıma oturdu.

"Velayet davasını açtım, iki gün sonra babanla mahkemede görüşeceğiz."

Dirseklerimi dizlerime yaslayıp sinirden dişlerimi sıktım, "Ne yaparsan yap, bana ne?"

"Ben dünden sonra artık bir şeyler yapmamız gerektiğini düşündüm. Bak Meg; benim velayetini alamamam imkansız, bunu bil. En azından geçici velayetini. Yani hiç değilse bu süreç içerisinde biraz beni anlamaya çalışamaz mısın?"

Kafamı öne eğdim, dünkü gibi sinir krizi geçirmek istemiyordum. Kendimi yormaktan başka bir işe yaramıyordu.

"Nasıl olacak o?" ona baktım, "Nasıl? Sana azıcık bile saygım kalmadı. Nefret etmeye bile değmediğini düşünüyorum. Bu şekilde nasıl birlikte yaşayacağız biz?"

"Bana bir şans versen-"

"Bayan Joo." sertçe kestim lafını, "Bunun şansla ilgisi yok artık. Sen de bıkacaksın benden! Seni sevmeyen birini nereye kadar evinde tutabilirsin?"

Panikle ellerini iki yana salladı.
"Hayır hayır! Senden asla bıkmam. Ben yıllarca senin bu evde yaşadığını hayal ederek çalıştım, bu konuma geldim, bunun için bekledim."

Tekrar başımı önüme eğdim, "Sorun da bu ya zaten; bekledin."

Sustu, sustum.
Yanımda olmasına katlanamasam da birkaç saniye öyle durduk.

Derin bir nefes alarak ayaklandım, "Pekala." dedim odada gezinirken, "Mahkemeye kadar ben de sabırla bekleyeceğim. Olur da velayet sana verilirse... İşte o zaman kork benden."

O da ayağa kalkıp karşımda durdu, "Bunun yüksek bir ihtimal olduğunu biliyorsun. Ömür boyu benden nefret ederek mi yaşayacaksın bu evde?"

"Gerekirse evet!"

Titrek bir nefes verdi, gözlerindeki hüznü yakalamıştım.

"Yapma artık bunu, yeter." dediğinde sesinde öyle bir çaresizlik vardı ki az kalsın ona acıyacaktım.

"Asıl sen yapma, bırak gideyim. Olmuyor işte görmüyor musun? Beni düşünmüyorsan kendini düşün; şu haline bak! İşini gücünü bıraktın on sekiz yaşında bir ergenle uğraşıyorsun."

Gülümsedi, "Sen benim kızımsın, senden önemli işim olamaz."

Şaka gibi kadındı. Alayla güldüm, "Sekiz yıl önce de böyle düşünseydin keşke."

"Benimle kavga etmek yerine anlaşmaya çalışsan sen de iyi hissedeceksin, neden bu kadar zorsun? Alvaro'nun kopyasısın!"

Ellerimle yüzümü sıvazladım, "Konuştukça batıyorsun." derin bir of çektikten sonra saçlarımı geriye attım, "Babama benzemem dünyanın en normal şeyi değil mi?"

Usulca kafasını salladı, "Öyle."

"Neyse, uzatmayalım. Yine beni buraya hapsedip gidecek misin yoksa bahçeye çıkıp hava almaya iznim var mı?"

Gülümseyerek, "Elbette var, hatta önce güzel bir kahvaltı yapalım."

"Kahvaltı yapmıyorum." önden ilerleyerek odadan çıktım. Kapının önünde adamlar yoktu. Kahvaltı sofrasını es geçerek bahçeye çıktım. Hava güneşliydi, tatlı tatlı rüzgar da eserken gölgelik bir yer bulup çimlerin üstüne oturdum. Öylesine uykum gelmişti ki, arkamdaki ağaca yaslanınca gözlerim kapanmaya başlamıştı.

DAUGHTER | Hwang HyunjinWhere stories live. Discover now