İtiraf

216 30 3
                                    

Büyük adımlarla eve geldim. Kısa bir duş aldım, yatağa uzandım. Beni aklımdaki düşüncelerden yalnızca uyku kaçırabilirdi. Kendimi uykunun kollarına bıraktım.

Pazar günü neredeyse yataktan hiç çıkmamış, annem ve Ayşe ile kısa telefon görüşmeleri gerçekleştirmiştim. İki gün o adama üzülmek çoktu bile. Pazartesiden itibaren aklıma gelmesine dahi izin vermeyecektim.

Eziyet gibi geçen hafta sonu bitmiş, okul temposu yeniden başlamıştı. Okul olduğu günler o kadar hızlı geçer ki nasıl geçtiğinin bile farkına varmazdım. Her hafta başında olduğu birçok evrak işi birikmişti. Öğrencilerimi gönderdikten sonra onlarla ilgilenmeye başladım. Modum yükselsin diye çiçekli elbiselerimden mavi olanı giymiştim. Sıkı bir at kuyruğu yaptığım saçlarımı çözdüm. Saç diplerimdeki sızıyı parmaklarımın ucuyla dindirmeye çalıştım. Ayağımdaki topukluları çıkarıp her zaman masanın altında duran terliklerimi giydim. Daha yeni saldığım saçlarıma bir kalem geçirip dağınık şekilde topladım. Sevdiğim türkülerden oluşan listeyi açıp okuma gözlüğümü takıp bilgisayara gömüldüm.

Kaç saat bilgisayar başında kaldığımı bilmiyordum. Hafta boyunca çocuklar için gerekli materyaller, okulun idari işleri, yeni okulla ilgili bazı belgeler, yangından kalan birkaç tutanak derken saatler olmuştu. Saatler geçtiğini boynumdaki ağrıdan ve upuzun türkü listemin sonuna gelmemizden anlıyordum. Buraya geldiğimden beri türküden başka bir şey dinleyemez olmuştum. Çetin dağlara ve uzun bozkırlara bakınca sadece türkü dinlemek geliyordu içimden. Türkü dinlemeyi hep sevmiş ama bu kadar haşır neşir olduğum başka vakit olmamıştı.

Birkaç boyun hareketi yapıp sırtımı ve boynumu rahatlatmaya çalıştım. Yerimden doğruldum. Başım döndü, hafif sendeledim. Kalktığım yere geri oturdum. Hem ani kalkmaktan hem de açıklıktan olsa gerek başım dönmüştü. Biraz daha dikkatli kalkıp ayakkabılarımı giymeye niyetlendim ki tekrar başım dönmüştü. Dikkatlice masaya tutunup çantamı aldım. Masanın üzerinde duran telefon ve anahtarları elime alıp okuldan yavaş yavaş çıktım. Kapıyı kapatıp kilitledim. Hava çoktan kararmıştı. Yürüyemedim. Tansiyonum düştü herhalde diye düşünürken duvara tutunarak eve gitmek için ufak ufak bahçeyi adımladım. Tam da bu sırada bir el koluma girdi.

İrkildim...

Sendeledim...

Duvara doğru yaslandım. Başımı yavaşça kaldırdım.

Alpaslan...

Bir sen eksiktin...

''İyi misin?'' dedi dünyanın en nahif ses tonuyla. ''Çek elini!'' dedim sesimi çok yükseltmeden.

''Bırak yardım edeyim.'' Dedi içimi ısıtan o ses tonuyla. Kahretsin ki yine çok güzel kokuyordu. Başımı hafifçe kaldırdım. Gözlerinin içine baktım. Ufak bir nefes alıp yüzüme afili bir tebessüm yerleştirdim. ''Siz ve eşiniz fazlasıyla yardım ettiniz, bu kadarı kâfi...'' dedim ve kolundan tutarak kolumdaki elini ittim. Gözlerinden gözümü ayırmadım. Kaşları çatıldı. ''Eşim mi?'' dedi. Şaşkınca yüzüme bakıp bir açıklama bekler gibi gözlerime bakıyordu. Açıklama bekleyen bendim, aslında. Kendime söz vermiştim. Kafamı daha fazla evli bir adamla meşgul etmeyecektim. Eşinin buraya geldiğinden haberi olmaması kendi problemiydi.

Yavaşça yaslandığım duvardan doğruldum. Ufak adım atmaya çalıştım. Bir araba far ışığı tam gözüme soktuğu için gözlerimi kapattım. Açtığımda buraya doğru gelen Mehmet'i gördüm ve yine okulda bir el hissettim. ''Bir konuşabilir miyiz?'' dedi. Kolumdaki elinin sahibi. Ne konuşacaktı benimle, benim onunla konuşacak hiçbir şeyim yok.

''Nil!'' ah benim kurtarıcı meleğim. ''İyi misin?'' başımı hızlıca salladım. Kolumdaki eli alıp kendisi koluma girdi.

''Bir rahat ver amına koyayım...'' diye bir mırıltı işittim. Arkamı dönmeye tenezzül bile etmedim.

NİLÜFERWhere stories live. Discover now