2. İyi ki

82 66 11
                                    

Gözlerim, yeni bir güne merhaba dedikten hemen sonra odayı taradı. Gelmemişti...

Vücuduma indi bakışlarım. Battaniye, üzerime daha yeni örtülmüş gibiydi. Gecelerim, biraz hareketli geçtiği için sabaha bu şekilde uyanmak tedirgin etti beni. Gelmiş olsa yatağımın sağ tarafındaki boş koltukta oturuyor olurdu. Bu işte bir gariplik olduğunu ve bu garipliğin beni korkuttuğunu itiraf etmeliyim.

Belki de mutfaktaydı. Bazı günler erken gelip mutfağa uğradığı oluyor ve kendisine kahve yapıp tekrar eski yerine kuruluyordu. Uyuyor gibi yapıp gelmesini mi beklemeliydim? Kararsız kaldım.

Ses de gelmiyordu. Aslında gelmemesi için uğraşırdı çünkü uyandırmak yerine izlemeyi tercih ediyordu. Başlarda çok rahatsız olmuştum ama sonrasında alışmış ve gözlerim onu arar olmuştu. İlk yaptığı an gözlerimden silinmiyordu. Aklım gitmiş, kalbim yerine elveda demiş ve gözlerim, korkuyla kapanırken ağzımdan kulak kapattıracak çığlıklar yükselmişti. Tabi o ise elini kulağından çekip kahkahaya boğulmuş sonrasında ise özür dilemişti. Bu yaptığını defalarca yapmış olduğuna emindim çünkü bu kadar rahat davranması ve benim o anlık korkumu umursamamış olması beni anlamsız bir boşluğa itmişti.

İki dakika geçmesine rağmen ne kendisi geldi ne de ufaktan bir ses yolladı.

Çıt çıkmaması beni ürperttiği için yatağı rahatsız etmek istemiyormuş gibi hareket ederek kalktım. Kalbim hızlanmaya başladığında ayağa kalkmış ve mutfağa doğru adımlamaya başlamıştım. Evin minik olması, mutfağa hemen ulaşmamı sağlarken kapının kapalı olması kalbimin artık durdurulamaz bir şekilde çırpınmasına neden oluyordu. Elimi kapı koluna koyarak bekledim. İçimden, üçten geriye sayarak kapıyı açtığımda, içeride olmasını istediğimi anladım çünkü olmayışı kalbimin durmasına neden olacaktı az daha.

Ne yani gelmemiş miydi? Yoksa gelip gitmiş miydi? Peki neden?

Korkuyla odama döndüm. Diz üstü bilgisayarımın başına geçerek açtım. Kameralara bakmak istiyordum. Odama da sonradan koymuş olmamın faydasını, şimdi görecektim.

Saat dörde kadar kameralarda bir değişiklik yoktu. Dörtten sonra bir hareketlenme oldu ve ev kapısı yavaşça açıldı. İçeriyi girdiğinde anahtarı cebine atıp, odama doğru yürüdü karanlıktaki silüet. Odamın kapısını yavaşça açıp içeriye süzüldüğünde, yüzü gece lambası ve açık hava nedeniyle hafiften görünüyordu. Yatağımın yanına gelip bana baktığında, bende kendime odaklandım. Yine üstümde olması gereken battaniye, sol tarafımda ve yarısı yataktan aşağıya sarkık bir şekildeydi. Minik hareketlerle battaniyeyi alıp üzerime güzelce örttü ve köşedeki koltuğu alıp yatağımın sağ tarafına koydu. Cama gidip dışarıya baktıktan sonra dönüp artık onun diyebileceğimiz koltuğa oturdu. Yüzünde üzgün bir ifade vardı. İlk defa onu bu şekilde görüyordum. Yorulmuş gibiydi ama bu yorgunluğu fiziki değildi.

Önceki gecelerde bakışları donuk oluyordu ama hafiften burukluk ta seçebiliyordum ama bu gece o donukluk, yerini hüzne bırakmıştı sanki. Dün gece diğerlerinden farklıydı, hissedebiliyordum ve bu beni korkutuyordu. İzlemeye devam ettim ama saat 6 ya kadar kesin bir hareket sergilemedi. İki saat; hafif hareketlerle beni izlemeye ve arada kalkıp battanyeyi düzeltmeyle geçti. Ben, bi süreden sonra yine utana sıkıla kendime bakmış ve ben niye böyle deli gibi yatıyorum diye sorgulamaya başlamıştım her gece olduğu gibi. Sabah uyandığımda utancımdan bazen konuşamaz bazen de azarlardım. Evime girmesini istemiyordum ama o beni dinlemiyordu. Beni niye izliyordu onu da bilmiyordum. Kötü veya sapık düşüncelere sahip değil diye düşünüyorum çünkü Araf hiç öyle bir davranışta bulunmamıştı. Bu bulunmayacak anlamına da gelmiyordu ama bilmiyorum bu konuyu rafa kaldıralı çok olmuştu. Düşünmek sadece beni paranoyak yaptığından düşünmemeyi seçmiştim.

"Neden bazı gecelerde gelip beni izliyorsun" dediğimde sessiz kalıyordu. Yeni tanışmış ve fazla da konuşmamıştık ama hislerimiz, duygularımız daha doğrusu ruhumuz sanki bir olmak için vardı. Anlamadığım sekilde ona doğru çekildiğimi hissediyordum. Bunda ilk tanışmamız ve sonrasındaki olaylarda neden olmuş olabilirdi ama bilmiyordum. Neden bilmek istediğim şeyleri bilmiyordum ki ve neden her sorumun cevabı tek bir şeydi...

Saat altıda kalktıktan sonra tuvalet ihtiyacını halledip mutfağa geçerek bir kupa kahveyle odama geri döndü. Kupayı masaya koyarak yana kaymış olan battaniyeyi üzerime örtüp koltuğuna tekrar kuruldu.

Bir süre sonra bana yaklaşıp ona doğru duran elimi avuçları arasında aldı.

Gözlerim ellerimize odaklandı. İlk defa bana uyurken dokunmuştu. Tedirginliğim korkuya dönüşürken kendimi sakinleştirmeye çalışarak kamera kaydını izlemeye devam ettim.

Ellerim ellerinde öylece bekledi. Gözleri benden ayrılmıyordu. Dakikalarca bekledi. Benim gerginliğim hat safhaya çıkmıştı ama Araf, ufak bir farklılık göstermemişti.

Neden sonra ellerini ellerimden çekti ve yavaşça ayağa kalktı. Çökmüş görünüşü istemediğinin apaçık kanıtıydı. yatağın diğer tarafına geçerek beyaz, tek çekmeceli komodinin üzerine doğru eğildi. Cebinden, siyah bir kutu çıkartıp koydu.

Uyandığımda kutuyu görmemiştim. Aslında istediğim hiç bir şeyi görmemiştim...

Gözlerimi bilgisayardan alarak komodine doğru çevirdim. Kutu oradaydı. Kamera kaydını izleyip bitirdikten sonra bakmayı kafama koyarak görüntüye odaklandım.

Kutuyu koyduktan sonra tekrar bana döndü. Biraz bekledikten sonra ağzı oynadı. Sesi açıp geri sardım.

Hoşçakal...

"Neden?" Kelimesi beynime hücum etti. Neden böyle söylemişti? Neden bu haldeydi? Neden üzgündü? Neden böyle davranıyordu?

Gibi milyonlarca ufak tefek ama önemli neden soruları. Bilmek istiyordum. Çünkü bilinmezlik; sonsuz bir korku karanlığıyla kaplıydı. Zihnim hep bir cevap arayışındaydı ve bu cevap içinde bir soru gerekiyordu. Neden...

Arkasını dönüp gitti...

Öylece kalakaldım. Sorular içinde boğuluyordum, göz kapaklarım kapanırken. Boğazıma bir şey takılmıştı sanki. Hafifçe öksürdüm. Kutuya bakmam gerekiyordu. Belki sorularımın bir kısmına cevap bulabilirdim.

Güçlükle ayağa kalkarak komodine ulaştım. Siyah minik kutu asaletiyle selamladı beni.

Ellerimin titremesine anlam veremiyordum. Yada kalbimin patlarcasına çırpınmasına...

Yatağa kendimi bıraktım zira ayaklarımda beni ayakta tutacak güç kalmamıştı. Kutuyu avuçlarımın arasına alıp bekledim. Hazır mıydım? Mutfakta olduğu gibi burada da umduğumu bulamazsam dayanabilir miydim? Sakin ve anlayışlı davranmam gerekiyordu yada daha iyi bir şekilde olmalıydım. Bilmiyorum aklım darmadağın olmuştu. Ne düşünmem gerekiyordu ki şuan?

Yavaş hareketlerle açtım kutuyu. İçinde bir kart vardı ve üzerinde bir şey yazıyordu.

"BİZİM HİKAYEMİZİN SONUNA GELDİK PRENSES"

Altında ise minik bir şekilde "Hoşçakal" yazılmıştı.

Kartın arkasını çevirdim kontrol etmek için. Orada da ince ve şekilli harflerle yazılmış bir kelime vardı.

"İyi ki..."

Geçmiş olaylar zihnimi ele geçirdi ama bir kurşun gelerek sanki tüm yaşanmışlığı kana buladı. Kalbim sıkıştı, ellerimin titredi... Kart elimden kutunun içine düştü ama kutuyu sıkı tuttuğum için titreyerek elimin hakimiyetinde kalmaya devam etti.

Kutunun içinde bir sey daha vardı. Siyah şeyi kaldırıp baktım. Siyah zincirli bir kolyeydi bu. Ucunda yuvarlak, hafif şişkin ve siyah bir parça vardı. Üzerinde, kartta yazan kelimenin aynısı işlenmişti.

İyi ki...

KAYBEDİLMİŞ YARINLARWhere stories live. Discover now