12. Onsuzluk

11 12 0
                                    

(Günümüz)

Hassas kar tanelerinin, rüzgar eşliğinde oynaşması bir yana; hep, o zerafeti ve rüzgarsız andaki o narinliğiyle yer yüzüne doğru süzülüşü, beni yükseklere çıkartıyordu. Uçma hissi değil de, daha çok duygusal yükselme hissiydi beni huzura kavuşturan. Sadece iri tanelerin arasında olmaktı mesele. Gözlerimi kırpmadan bakabildiğim her saniye, o bulanık beyaza doğru bir ilerleyiş ve sonsuzluğa yelken açma hissi içimi dolduruyor, beni rahatlığın o yoğun hissiyle buluşturuyordu.

Özlemiştim yükselmeyi, özlemiştim beyaz sokakları, özlemiştim kar tanelerini...

Gün geçtikçe daha çok derinleşen özlem kuyum, artık içine döktüğüm göz yaşlarımı benden saklayacak ve kurumuş gözlerimi ıslatmak için dahi ihtiyaç duyacağım göz yaşlarıma ulaşmamı engelleyecekti. Çok derindi artık o, attığım kovanın ipi yetmiyor, kovanın altı dahi ıslanmıyordu.

Ağlamak, lüks haline gelmişti benim için. Dalıp gitmekle yetiniyor, hayallerime konuk ediyordum.

Yalnızlık ise, Araf'ın geldiği gibi gitmesiyle arka plandan çıkmış, yine hayatımın tamamını kaplamıştı. Kurtuluş, ufuktaki silik noktaydı artık. Bu durumdan kurtulmak, başlı başına bir eziyetin, hazin ve başarısız sonucuydu...

Donuk bakışlarımı çekip aldım, kürenin içindeki koyu duvarı döven kar tanelerinden. Işıksız ve kasvetli görünsede derin bir geçmişe sahipti. Ona bakmak beni duygulandırıyor, hikayesini tekrar gözlerimin önünde canlandırıyordu.

Küreyi elimde yavaşça döndürdükten sonra yerine koyup defteri aldım. Siyahın üstünde dalgalanan beyaz çizgiler hoş bir kapak tasarımı ortaya çıkarmıştı. Sayfalarda gezinmeye başladım. Aralara serpiştirdiğim resimler ve geçmişte yazdığım anlık duygusal cümleler bozuk ama hoş bir görüntü oluşturmuştu. Son sayfalara doğru gelip yavaşladım. Buralarda; cümleler, ne kadar masum, resimler ne kadar sıradan da olsa, yoğun bir kaos havası hakimdi. Belkide boyasız olmasından kaynaklanıyordu. Beyaz sayfada bulunan biçimsiz, ama anlaşılır yazılar; acemi ama duygu dolu karalamalar, kasvetli bir ortam oluşturmuştu. Yazmak istediğim kelimeler, bu sayfalara aktarılmak istemiyordu sanki. Bi anda vazgeçtim yazmaktan. Bu duygular deftere ağır gelmeye başlamıştı. Daha fazla yoğun duygu altında bırakmak; deftere eziyetten başka bir sey getirmezdi. İçimde kalmaya devam edebilirlerdi bir süre daha. Deftere yazmak sadece unutmayı ertelerdi ne de olsa...

Siyah kalemi parmaklarımda döndürdüm bir süre. En azından resim çizebilirdim değil mi?

Gözümü kapatıp bir süre bekledim. Neler hissettiğimi gözümde canlandırmaya çalıştım ama olmadı. Şekilsiz, yoğun ve sonsuz bir görüntü. Gözlerimi açmadan sayfada oynatmaya başladım kalemi. Düşüncelerim bir bir ortaya çıkıyordu sanki, ya da ben daha çok derine batıyordum. Bir süre sadece çizgiler attım. Umutsuz ve özlem dolu...

Gözlerimi açtığımda karşımdaki manzara içimi titretti. Öylece baktım simsiyah sayfaya. Daha bir kaç dakika önce bembeyaz olan sayfadan artık eser kalmamıştı. Hissettiğim duygular birleşmiş; devasa, biçimsiz ve karanlık bir görsel oluşturmuştu. Yada ben duygu diyerek içimde yoğun bir karanlık biriktirmiştim...

Defteri bir çırpıda kapatıp koydum eski yerine. Araf'ın gelmesiyle, alıştığım yalnızlık bozulmuş; gitmesiyle de psikolojim yerle bir olmuştu. Hayatıma bu kadar etki ettiğini hiç fark etmiş miydi acaba.

Çevremdeki yalnızlığı Araf'la doldurmuş ve hayatımın ona göre şekil almasına izin vermiştim. Ne büyük aptallık...

Gitmeyecek düşüncesiyle bağlanmak hayatımı tuzla buz etmişti. Şimdi tekrar alışma sürecine girecek, bu seferde onsuzluğa alışacaktım. Ne kadarda acınası...

KAYBEDİLMİŞ YARINLARHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin