10. Seri katil

35 28 0
                                    

(Unutamayacağım bir gece ve sonrası)

Araf hakkında merak ettiğim şeyler vardı ve bu soruların cevap bulması gerekiyordu. 'Neden?' sorusuna neden bu kadar taktığımı ve her nedene bir cevap aradığımı bilmiyorum. Sapık gibi sadece bu sorunun cevabına odaklanmam ne kadar sağlıklı, onu da bilmiyorum.

Eminim bir gün, bu 'neden?' sevdam yüzünden başıma büyük bir bela açıp o duruma da 'neden?' diye soracaktım.

Bilmiyorum; ya tükenmez bir merak yada bilinmezliğe duyduğum korku nedeniyle böyle bir haldeydim.

Bilmek güçlü hissettiriyordu ve ben hala çok güçsüzdüm. O kadar neden diye sormuş ve aldığım en ufak bir cevabı da sorgulamıştım. Hata buydu işte; derine inmek... Ve bu beni bilinmezlik çölüne biraz daha itiyordu. Basit neyse kabullenmeliydim.

Bir yaprak, ağaçtan düştüğünde neden biraz uzağa düşüyor diye sorduğumda aldığım cevap: yüzeysel olarak rüzgar. İşte burda durmam gerekiyordu. O rüzgar neden var diye sormam, beni bir neden zincirine hapsediyordu. Bununla yetinmeyip bir de 'asıl neden ne?' diye sorduğumda iş artık içinden çıkılamaz bir hal alıyordu. Çünkü neden rüzgar? Diye sormak arkasında apayrı bir bilinmezlik barındırıyordu. Bunun cevabını bilmeme gerek yoktu. Tamam belki bilmek beni bir ön plana alabilirdi ama bu yeni bir 'neden' sorusu çıkarmaz mıydı? Yine başlıyordum işte.

Kafamı sallayıp "kendine gel" diye mırıldandım. Yine o saçma konuya dalıp kendimce şeyler uyduruyordum.

Araf'ın ne zaman geleceğini bilmediğimden bir an önce hazırlanmam gerekiyordu ve öyle de yaptım...

Yağmur, beni izliyormuş gibiydi. Ben hazırlanmaya başladığımda hızlanmış, ben işimi hallettiğimde son bulmuştu. Araf neredeyse gelirdi ama ben hala ne konuşacağımı dahi bilmiyor, salonda zemin ezip kendimce mırıldanıyordum.

Koltuğa oturup beklemeye başladığımda kapı zili çaldı. Koşarak kapıya ulaşmış ve kısa bir bekleyişin arkasından kapıyı açmıştım.

Kimse yoktu...

Görünürde kimse yoktu ama zilin altına yapıştırılmış kağıt parçası gözümden kaçmadı. Hızla alıp okudum.

'Belki başka zaman.'

Bozuk ve harflerin birbirine girmesi, aceleyle yazılmış olduğunu gösteriyordu. Son dakika işi çıkmış olmalıydı.

En azından bir özür beklediğim için olsa gerek kırılmıştım. Ciddi olmasa da bir hazırlık yapmıştım ve karşılıksız kalmıştı...

O günü, bir kaç gün geride bırakmıştım ki tekrar karşıma çıktı. Ben evden çıkmış, alışveriş yapmaya markete giderken o da bana doğru yavaş adımlarla geliyordu. Önümde durduğunda konuşmasını bekledim.

"Müsait misin?"

"Evet. Neden?"

Elini ensesine koyup tekrar geri çekti.

"O gün acil işim çıktığı için konuşma fırsatımız olmadı. İstersen şimdi..."

"Markete gidiyorum. Yanımda gelirsen, olabilir."

Sessiz yürüyüş böylelikle başlamış oldu. İki yabancı olarak, aceleci topluluğun arasında yan yana ilerliyorduk.

"İsmin Işık galiba."

"Anlamadım. Nasıl?"

"Gözümü aldın da." Derken gülüyor, bende şok içinde ona bakıyordum. Sonra ciddileşti.

"Çanta da yazıyor." Eliyle bez çantamı gösterdiğinde üzerine işlenmiş ismimi gördüm. Can sıkıntısından yapmış olduğum için unutmuştum ve bana ters konumda olduğu için dikkatimi çekmemişti.

KAYBEDİLMİŞ YARINLARDonde viven las historias. Descúbrelo ahora