14. Örgüt

6 9 1
                                    

Dünyam tuzla buz olmuştu sanki... Mutlu olmak. Hayır hayır, yalnız olmak... Sık, kalın çubuklu ya da dört bir yanı duvar olan korkunç bir oda, bir zindan, kurtulması imkansız olan bir hücre... Yalnızlıktı beni böylesine acımasızca çevreleyen, kimsesiz olmaktı. Benim için; duyguları hassas, olaylardan anında etkilenen, zayıf ve güçsüz hisseden bir kız için çok ağırdı bu yaşadıklarım. Basitmiş gibi görünebilir pek tabi ama bu benim dünyam ve bundan etkilenen yalnızca benim. Gerçek tam olarak buydu işte ve dünya benim için devasa değil, sadece dört duvardan ibaretti. Hayat ise uyanılması gereken korkunç bir kabus...

"Sen kimsin?"

Karşımda, yüzünü cama dönmüş kişi için söylediğim sözler aslında herkes için geçerliydi. Kimlerdi, benim kurtulmak istediğim dünyadaki hayatıma girip dört duvarı daha da yaşanılmaz kılan insanlar...

Yoksa çok mu acımasız davranıyordum bu konuda. Hoş, sadece düşünceden ibaretti tüm bunlar ve asla gün yüzüne çıkmayan duygular. Bu nedenle iki yüzlü sayılabilir miydim? Belki. Tek bildiğim iki farklı kişiydim. İçim ve dışım diyebiliriz buna, bir olması gereken iki farklı yaşantı. Hangisi gerçek ben...

Ya olduğun gibi görün ya da göründüğün gibi ol sözüne uyan var mıydı ki? Yoksa tek uymayan ben miydim? İçin ve dışın bir olması gerekmez miydi. Evet evet, doğru olan buydu ama ben böyle yaşayabilir miydim? Öyle yaşarsam hayatıma girmese de az buçuk çevremdeki kişiler kendilerini daha da geri çekmezler miydi o zaman. Ne kadar zordu dünya ya da ne kadar zordum ben...

Yalnız mı olmak istiyordum yoksa sadece uzaktaki kişilerin daha da yakına gelmesini mi istiyordum? Hayır, istediğim kişilerin hayatımdan çıkmamasını istiyordum. Darmadağın olmamak istiyordum. Gereksizlerle dolmasını istemiyordum dört duvarın. Dolunca yer kalmıyordu çünkü. En önemlisi de Araf'a yer kalmıyordu...

Olamaz, yine zifiri karanlığa batmış saçmalıyordum. Anlamsız sözler topluluğu zihnimi çorba yapmıştı yine. Yoksa ben deli miydim? Belkide bir akıl hastası...

Çok düşünmenin olumsuz yönüydü belkide sadece bunlar. Evet, kendime haksızlık edemezdim. Ben deli olamazdım. Sadece çok düşünüyordum. Olumsuz yönleri gereğinden çok düşünüyordum. Bu da beni karmaşık bir duruma sokuyor ve daha da kötü duruma düşmeme neden oluyordu. Evet, ben deli değildim. Sanırım...

"Şşşt kendine gel Işık... İyi misin?... Neyin var?"

Belli belirsiz sözler duyuyordum. Boğuk ve tanıdık...

***

Gözlerim açılmış, boş boş beyaz tavana bakıyordum. Olanları düşünürken kapının açıldığını duydum. Adım sesleri yaklaşırken gelene bakmak için odada göz gezdirdim. Burası muhtemelen hastaneydi.

"Uyanmışsın, çok şükür. Nasılsın?"

"Mert abi?"

"Mert abi ya. Korkuttun beni ufaklık."

"O sen miydin?"

Mert abinin gelmiş olması ve kapısının kitli olduğu evimde bulunması hiç beklemediğim bir şeydi.

"Evet. Başka birini bekliyordun ama değil mi? Araf isimli biri... Kim o şanslı kişi?"

Kimdi o şanslı kişi. Araf... Kimdi o. Evet, kimdi o?

Garip bir şekilde hayatıma girip bir süre beni mutlu ettikten sonra geldiği gibi giden birisi mi sadece? Özlediğim zamanların kat be kat fazlasını yaşamamı, hayata umutla tutunmamı sağlayan bir melek belkide. Ama gittiğinde herşeyin daha da kötü olacağını düşünmemiş miydi? Yaptığı şey işkenceden başka bir şey değildi. Ah hayır, böyle düşünemezdim. Onunda bir hayatı vardı ve belki bu nedenle gitmesi gerekmişti. Nasıl bir hayatı vardı acaba?

KAYBEDİLMİŞ YARINLAROpowieści tętniące życiem. Odkryj je teraz