8. O gece ve sonrası

48 48 0
                                    

Onsuzluk adında bir kavramın olduğunu ve benimde tam olarak ona maruz kaldığımı anlamıştım...

Gidene duyulan özlem, yerini aşka bırakıyor olabilir miydi? Peki ben onu aşık mıydım yoksa alışılmış bir şeyin yokluğunu mu hissediyordum sadece? Hayatıma bir anda ve kimsem yokken giren bu adama aşkla mı bağlanmıştım yoksa boşlukta düşerken tutunduğum sağlamlığı tartışılır bir dal parçasına olan ihtiyaçla mı?

Önce onu bir oturtmalı ve onu neden istediğimi kendime apaçık göstermeliydim. Onu istediğimden başka tüm düşünceler belirsiz ve anlaşılmazdı...

Düşüncelerim, bir kızın "abla" demesiyle kesildi. Bana seslenen 10 yaşlarındaki çocuğun elindeki karton kutu dikkatimi çektiğinde fark etmiş olacak ki salladı. Alışık olmadığım bir aksanla para istediğinde elim otomatik ceplerime gitti ama ne telefonum ne de cüzdanım yoktu. Evde nasıl unutmayı başarmıştım bilmiyorum. Maalesef anlamında başımı sallayıp yanından geçip ilerledim. Hemen sonra arkama baktığımda olmayışı bi an duraksamama neden olsada umursamadan devam ettim.

Bir süre sonra anladım ki ben tek başıma düşüncelerden sıyrılamıyor hatta daha fazla üzerine düşüyordum. Karnımda varlığını hissettirdiğinde, eve dönmek zorunda olduğuma karar verdim...

Eve gelmiş, kendime yaptığım minik ziyafeti afiyetle miğdeye indirmiş, yatağa kendimi atıp "ne yapsam' sorusuna cevap üretmeye çabalamış, 1 saatlik süreden sonra elle tutulur bir şey bulamayınca da camdan dışarıya göz gezdirmeye ve belki bir umut onu görürüm diye izlemeye girişmiştim.

Onunla tanıştığım zaman geldi aklıma. Yavaş yavaş ve tekrar yaşıyormuş gibi o anı düşünmeye başladım...

(Unutamayacağım bir gece ve sonrası)

Kızgın bulutlar eşliğinde zifiri karanlığa boğulan şehrin gürültüsü kulaklarımda dans ediyordu. İki elimde tuttuğum çerçeveli fotoğraf dışarıdan gelen sesler bir yana sanki konuşuyordu ve ben annemin sesini fısıltı gibi duyuyordum. Habersiz bir şekilde babamın elinden sımsıkı tutarken fotoğrafçının karesine girmişler ve tatlı ve masum bir görüntü vermişlerdi. Yanlarından geçen insanların içinde, bataklıkta açan bir adet gülün zarif yaprakları gibi görünüyorlardı. En azından bana göre.

İkisinin de yokluğunu çekmek, acı bir gerçekle kucaklaşmak ve bu özel günde, yani annemin doğum gününde yapayalnız öylece fotoğraflarına bakmak, hıçkırıklarıma karışarak loş oda da yankılanıyordu.

Yoklardı işte... Benim yerime toprakla kucaklaşmış, beni bu kaos ve düzenin karmaşık birleşiminde yapayalnız bırakmışlardı. Özlem duygusu kanımda normalmiş gibi akıp, canımı fena halde yakarken, gözyaşlarına karışıp benden uzaklaşsın istiyor ve durmaksızın akmasına izin veriyordum. Faydası oluyor muydu emin değilim ama durmasını da istemiyordum. Neden sonra dayanamayıp fotoğrafı yerine koydum ve kapıyı çarparak çıkıp, merdivenlerden dış kapıya ulaştım.

Yağmur nedeniyle ara ara koşturan insanlar ve su birikintilerini zalimce dağıtıp geçen taşıtlar haricinde hareket yoktu. Yağmur saçlarımın arasında oynaşmaya, göz kapaklarıma çarpmaya ve çenemde belli belirsiz şelale oluşturarak akmaya başlamıştı ki çok fazla dayanamayıp kaldırım taşına oturdum. Ellerimle dirseklerimi tutup, alnımı üstüne yerleştirdim. Yağmur, ensemden sırtıma doğru soğuk bir çizgi halinde inmeye ve titrememe neden oluyordu. Göz yaşlarım yağmur damlalarına karışırken, hıçkırıklarım gök gürültüsüne eşlik ediyordu. Yağmur sanki tüm üzüntümü alacakmış gibi beni ıslatırken, fısıltı gibi duyulan sesim karmaşanın arasında kayboluyordu.

"Anne... Baba..."

Ne kadar süre geçti bilmiyorum ama Yanıma birinin oturduğunu fark ettim. Kafamı kaldıracak gücüm yoktu, bu yüzden de kim diye bakmak bir yana kıpırdamadım bile. Kısa bir süre sonra sırtımda bir ağırlık hissettim. Bir mont olmalıydı. Arkasından ise bir fısıltı çalındı kulağıma.

KAYBEDİLMİŞ YARINLARWhere stories live. Discover now