7. Silah

51 47 0
                                    

"Buradasın demek!"

Kafamı çevirip baktığımda şirket sahibinin arkamda beklediğini gördüm.

"Gel Tahsin Bey!" Diye önüme dönerken bağırdım. " Manzara gayet hoş ve rahatlatıcı. Biraz sohbet edelim."

"Edeceğiz..." Diye tısladığında buz gibi metal bir şeyin kafama değdiğini hissettim. O kadar alışıktım ki bu hisse, umursamadım ve bu adamı doğal olarak şaşırtmış olacak ki namluyu biraz daha kafama bastırdı.

"Gel otur" dedim yanımı göstererek. "Silah hata affetmez."

Affallamış bir halde öylece durduktan hemen sonra, kekeleyerek bir şeyler dedi ama anlamak bir yana o kadar garip çıkmıştı ki ağzından kelimeler, bi an duraksadım.

Konuşamadığını fark edip bir kaç saniye nefesini düzenledi. Tekrar konuşma çabasına giriştiğinde kekelemesi geçmemişti.

"A-ateş ederim."

"Bak o söylediğin kadar basit değil. Gel sen beni dinle, otur yanıma."

Namlunun titremesi ve adamın acınacak bir durumda olması keyfimi yerine getirdi.

Silahı tutan değil korkusuz olan kazanıyordu. Bunun böyle olduğunu anladığımda az daha canımdan oluyordum. Silahı tutan bendim oysaki...

Karşımdaki ise sandalyeye bağlı, yüzü kanla boyanmış, ismini bilmediğim işkence türlerine maruz kalmış bir adamdı. Silahla adamın başında beklerken, korkum haddinden fazla nefesim normalden hızlı, duygularım ise olduğundan karışıktı ve bunların birleşerek büyümesi ayaklarımın gücünü hızla eritiyor, beni yerle bir etmek için canla başla çabalıyordu.

Adam, işini bilen bir korkusuzdu ve beni durmadan ama dozunda kışkırtıp bir yandanda benden gizli ellerini iplerden kurtarmıştı. Ben ise 2 adım önünde elimde silahla sessiz ama titrek bir halde bekliyor ve her saniyede daha fazla korkarak adamın gözlerine bakmaya çalışıyordum.

"Kapa çeneni yoksa ateş ederim" diye inlediğimde adamın beklenildiğinden daha gür kahkahası eskimiş sanayi duvarlarında yankılandı. "Ateş etmeden önce bi şarjörü kontrol mü etsen?" Dedi alay akan ses tonuyla. O kadar gerçekmiş gibi söylemişti ki inanmamak için bir neden bulamamıştım. Dikkatim dağılmış ve tam silaha bakmıştım ki bir el ateş edildi arkamdan. Sanki vurulmuş gibi hissetmiş ve donup kalmıştım ki karşımdaki adam dikkatimi çekti. Sandalyeye yığılmış bir şekilde yatıyor, alnından fışkıran ince ve kalın haldeki kanlar, yüzünün çeşitli yerlerinden kendilerine yol çizerek ilerliyor, korkumu zirveye çıkarmak bi yana ölüme davetiye çıkartıyordu.

Arkamdan tanıdık bir ses kulaklarıma çalındı. "Ondaki silah daha etkiliydi." Dedi. "Sende bir metal varken onda bir duygu eksikti. Korku... Ve korkusuz olması nadir bulunabilen en güçlü silah. Tabi yetenek ve bilgilerini de es geçmemek ve senin acemiliğini de bir kenara itmemek lazım. "Arkama döndüğümde devam etti. "Ama şunu unutma korkmazsan korkutursun ve korkutursan kazanırsın." Kısa bir soluk alışverişinden sonra devam etti. "Aslında insanın korkusu korkusuzluktan daha korkunç ve tehlikeli. Ama yönlendirmeyi bilmek gerek. Yönetemezsen korkunun altında ezilirsin."

Geçmişim daha dün gibi berrak ve dün gibi yeniydi. Ben ise yarın kadar yorgun...

Yan tarafıma gelmiş bir bana bir manzaraya baktı Tahsin Bey. Silah, hafif tombul parmaklarında rüzgarda sallanan ince ağaç dalındaki kuru yaprak gibi duruyordu. Avucumu zemine vurarak tekrar davet ettiğimi belirttim. Tereddütle beraber oturdu ama silah hala elinde ve parmağı tetikteydi. Her an ateş edecekmiş ama vuramayacakmış bir acemi gibi görünüyordu, ki öyleydi de...

KAYBEDİLMİŞ YARINLARWhere stories live. Discover now