3. Aldatma

61 54 3
                                    

Adımlarım, beni sıklıkla geldiğim gökdeleni andıran binaya getirdi. Kapı görevlisine yaklaşarak selam verdim. Gülümsedikten sonra oda karşılık verdi.

Minik adımlarla bahçede yürürken görevlinin arkamdan geldiğini fark ettim.

"Araf, bu gün şirketin sahibi geldi. Aman dikkat et. Gözüne çarpıp beni de kendini de riske atma."

"Peki abi dikkat ederim... Sağ ol."

Gökhan abiyi seviyordum. Şirkete giriş iznimi, küçük çaplı bir plan hazırlayıp alarak bana olan borcunu ödemişti. Yaptığım iyiliğin karşılığını almak beni mutlu etmiş olsa da mahcup olmuştum, ne de olsa karşılıklı beklemeden yapmıştım. Aslında sevap olarak karşılığını zaten almıştım, bu yüzdende yaptığı bir teşekkür anlamı taşıyordu...

Sevaba çok ihtiyacım vardı. O kadar günaha batmıştım ki bunu geri dönüşü olmayacak hissiyatına kapılmıştım.

Binaya girerken dışarıya küçük bir topluluk çıktı. Bir kişinin etrafını sarmış, birşeyler anlatıyorlardı. Geri dönmek için artık çok geç olduğundan kenardan kenardan yürümeye devam ettim. Beklediğim şey olmasın diye mırıldanarak adımladım ama sanki ortadaki adam beni duymuş gibi yanındakilere beni sorup sonra seslendi.

"Hey, sen kimsin burada ne işin var."

Ona dönerek konuşacaktım ki kapıdaki Gökhan abiyi çağırdı.

Uzamadan bu durumun son bulmasını istedim. Yoksa kendisi için iyi sonuçlanmayacak, benim de canım sıkılacaktı.

"Kim bu? Her geleni alıyor musun sen Gökhan?"

Gökhan abi sessizliğini korurken adamın yanındakilerden biri konuştu.

"Sizin haber ve izniniz yok muydu efendim. Gökhan sizden izin aldığını söyledi."

"Ne diyor bu Gökhan? Ne izni, ne haberi, bu kim?"

Gökhan abinin bıraktığı sessizliği ben doldurdum.

"2 dakika konuşabilir miyiz?"

"Sana ayıracak vaktim yok... Burayı hemen terk et. Sende en kısa sürede odama gel Gökhan."

Sinirlendim. Birazdan olacak şeylerden sonra da böyle konuşabilecek miydi bakalım.

"Zeynep" dedim. Bi an duraksadı ama mimikleri hiç farklılık göstermedi. Tekrar söyledim ama biraz daha farklı.

"Zeynep ne yapıyordur ki şimdi... Hangi otelde bekliyordur?"

"Ne zırvalıyorsun sen?"

"Herşeyi böyle ulu orta söylememi mi istersin Tahsin bey?"

"Sen gel bakayım şöyle. Derdin neymiş bi öğreneyim."

Güldüm. Nasıl da yola gelmişti hemen. İnsanların gizledikleri şeyi bilmek ne kadarda büyük bir koz veriyordu kişiye. Geçmişim... Zaaflarım aklıma geldi.

Adamlardan uzaklaşarak duvarın kenarına geldik. Gökhan abi arkamızdan merakla bakıyordu.

"Ne Zeynep'i, neyden bahsediyorsun sen?"

"Uzatmadan konuya gireyim. Karını aldattığını biliyorum."

"Yalan!"

Güldüm. "Ben çocuk değilim Tahsin! Herşeyi biliyorum... Karını Zeynep'le aldattığını, karın öğrenirse hayatının biteceğini çünkü şirketin tamamı karının üzerinde olduğunu... Gibi gibi şeyler."

Yüzü bembeyaz olmuştu. Diliyle dudaklarını ıslatarak fısıldadı.

"Ne istiyorsun?"

"Hmm, bunu bir düşüneyim ama şimdilik şirketin en üst katından minik bir oda istiyorum. Manzara ve kafa dinlemek için."

"Kimden öğrendin bunu? Daha kaç kişi biliyor?"

"Sadece ben biliyorum merak etme. Kulaklarım, doğru zamanda doğru yerde olmamında faydasıyla böyle şeyleri duymakta maharetli." dedim gülerek ama adam taş kesilmiş gibi öylece bakıyordu.

"Odama geçebilir miyim? Kötü bir gece ve berbat bir ayrılık yaşadım da."

Tahsin, adamlara dönerek bana odayı ayarlamaları için emir verdikten sonra bana baktı.

"Bu konuyu geldiğimde konuşacağız o zamana kadar ağzını sıkı tut."

Gökhan abiye göz kırparak bana yol gösteren adamların arkasına takıldım...

Oda beklediğimden genişti. Çalışma masasının üstündeki evraklarda bakılırsa birinin odası olmalıydı. Benim için adam yerinden etmiş olmaları moralimi bozuyordu ama fazla umursamadım. Dışarıya bakan tarafın full cam olması hoşuma gitti. Aslında benim aradığım temiz hava, yükseklik, manzara ve yalnızlıktı. Hafif üst tarafta kalan camı açtım ama istediğim atmosferi yakalayamadım.

Odadan çıkarak uzun vakitler geçirdiğim terasa doğru adımladım.

Tahsin bey'in, Zeynep'le konuşmasını da orada duymuştum ve çok işime yaramıştı...

Temiz hava da eklenince keyfim biraz olsun yerine gelmiş, minik, buruk bir gülümseme yüzümde isteksizce oluşmuştu.

Çocukluğumda izlediğim karıncalar gibi, sokaklarda hayatın hızına yetişmeye çalışan insanları izlemeye başladım. Nedendir bilinmez insanların düşüncelerine eşlik etmeyi, hayatlarına dahil olmayı, onlarla bir olmayı, yaşadıklarını yaşayıp, yaşayacaklarını yaşamak, ve istediğim herşeyi bilmek istedim. Düşüncelerini o kadar merak ediyordum ki... Benim düşüncelerimin onlara göre nasıl olduğunu bilmek, bana merak ettiğim bir çok sorunun cevabını verecekti.

Sokaklarda yürüdüğümü hayal ettim de, çölde yalnız yürümekten bir farkı yoktu. Yanımda milyonlarca insan olsa neye yarardı ki, yine yalnızdım... yine yalnız...

Tekken tek olmak değilde çokken tek olmaktı can yakan. O kadar insan arasında...

"Neyse... Neyse... " Diye mırıldandım.

Kendi derdimi yine yok sayarak genel bir soruna parmak basmış olmam kaçmak değilde neydi. Ben öylece bırakmıştım onu. Ne bir açıklama yapmış ne de birşey söylemesine müsade etmiştim. Düpedüz bitirmiştim. Hoş, ne başlamıştı ki bitecek...

Peki ya şimdi ne olacaktı? Ne yapacaktım? Geçmişimi yaşanmamış gibi bir kenara koyarak yaşayamazdım ki. Basit bir yaşanmışlık hikayesi değildi ki benimkisi.

Çocukluğumu elimden almış, yerine silah vermişlerdi... Kan damla damla parmaklarımda dans ederken; ben hıçkırıklarımı, ellerimle ağzımı kapatarak engelledim. Ben yarınları, daha ufakken kaybettim...

KAYBEDİLMİŞ YARINLARWhere stories live. Discover now