"BİR GÜN BİR PRENS VARMIŞ..."

1.8K 121 24
                                    

Büyük Çağ - 12.. Yılı, Savaş Çağı'ndan önce.
~

"Herkese güneşli bir günden selamlar."

Büyük bir neşeyle salona girdiğinde uzunca bir zaman göremediği küçük kız kardeşini gördü. Hemen yanına gidip sarıldı ve kucağına aldı.

"Prenses! Ne de büyümüşsün böyle. Hâlbuki sadece iki ay yoktum yanında."

Prenses bu dediklerini umursamadı. Onun yerine geziden ne getirip getirmediğini sordu.

"Ah, tabii ki de sana yakışır bir şeyler aldım. Hediyen odanda. Hadi git ve bak. Beğenirsin umarım." 

Prenses bir çırpıda kucağından indi ve koşarak odasına doğru ilerledi. Dadısı ona bu şekilde davranmaması gerektiğini söylese de çocuk çoktan salondan ayrılmıştı.

"Hoş geldiniz prensim," dedi dadı. Prens Ardil gülümseyerek karşılık verdi.

"Her şey normal miydi?" diye sordu dadıya. Dadı bu saraydaki her şeyi neredeyse en ince detayına kadar bilen birisiydi. Resmen dedektif gibi davranırdı.

"Yok, hayır," dedi dadı. "Her şey normaldi prensim."

"Güzel," diye mırıldandı prens. "O halde prensesin yanına gitmeniz daha uygun olur. Malum, hediyesi biraz büyük ve her an her şeyi yapabilir."

Dadı bunu kabul etti ve ayağa kalkıp prensesin odasına doğru yol aldı. Prens bu sabah ilk olarak prensesi gördüğü için, söz vermişti çünkü, daha hiç kimseyle konuşamamıştı. Bu nedenle de Kral'a, geldiğinin haberi verilmiş olduğunu bilerek yanına gitmek için salondan ayrıldı.
~

"Ah, prensim!" dedi kendisini koridorda gören kuzeni. Hiç ama hiç sevmiyordu. Yine de yüzüne bir gülümsemeyi takınıp günaydın dedi. Sahte olduğunu biliyordu. Sahte olduğunu belli ediyordu. Lakin saray içindeki akraba ilişkileri hep böyleydi ve bununla da sınırlı değildi.

"Erken gelmişsiniz. Hiç beklemiyordum."

"İşlerim erken bitti. Bu nedenle de daha erken geldim."

"Ne iyi olmuş! Seni gördüğüme sevindim."

"Ya öyle mi?" diye sordu prens sırıtarak. "Emin ol ben de çok sevindim kuzen."

Şu bir gerçekti ki Altın Gözlü Prens, sürekli kendisine bunu diyorlardı, resmiyeti pek de hoş bulmazdı. Aradaki samimiyeti öldürdüğünü düşünürdü. Fakat amcalarının çocuklarından ne kadar uzak kalırsa daha az tiksiniyordu.

Sonra kuzeni, şükür ki, yanından ayrıldı ve Kral'ın yanına vardı. Varlığında onu biraz solgun yüzlü, yorgun bir halde gördü. Acaba içindeki hastalık ilerlemiş miydi?

"Prens Ardil," dedi Kral. "Gelmene sevindim."

Gerçekten de sevinmiş olabilir mi, diye sordu prens kendi kendine. Gerçekten de beni gördüğünde sevinmiş miydi...

"Kötü gözüküyorsun," dedi prens her şeye rağmen. En azından son bir yıldır öyleydi. Yorgun ve solgundu. "İyi misin?"

"Yok, gayet iyiyim. Biraz yorgunum o kadar. Kral olmak pek zor, biliyorsun."

"Tabii," dedi Ardil yanlış bir şey dememeye özen göstererek. "Öyle."

"Eh, bir hafta sonra on altı yaşına giriyorsun. Sana olan sürprizlerimi beğenecek misin, merak ediyorum."

Sürprizden kastı da neydi?

"Ne gibi sürprizler?" diye sordu. Kral konuşma biçimini beğenmediği için azarladı.

"Kaç yıldır bir konuşmayı öğrenemedin," dedi. "Mal mısın?"

Altın Gözlü Prens bu konuşma biçimine alışık olduğu için şaşırmadı. Bir şey de demedi.

Oysa özenli konuşmaya çalışmıştı.

"Sana diyorum. Koskoca prenssin. Gelmiş etrafa gülücükler saçıyorsun. Az biraz ciddi ol."

"Sen ciddisin de kim seni seviyor? Senden önce ben, halk arasında anılıyorum resmen."

Kral öne eğildi ve gözlerini kısarak prense baktı. Zalim Kral ceza verse de umurunda değildi. Susmazdı Ardil. Karşısında kim olursa olsun, susmazdı. Ki zaten cezalara alışık birisiydi.

"Senin gibi erkeğe de, prense de, oğula da lanet olsun. En büyük oğul olmana rağmen hâlâ aynısın. Sorumluluk denen şey hiç yok."

Oysa prens bütün sorumluluklarını yerine getiren birisiydi. Aklını kullanmayı becerebilen, bu sayede dahi fikirleri sahip olan bir prensti. Halk kendisini severdi. O da halkı severdi. Yine de Kral bunların hiçbir işe yaramadığını söyler dururdu.

"Her neyse," dedi. Sonunda azarlaması bitmişti.

"Haftaya kadar kendini adam et diyeceğim de ne anlarsın sen."

Prens sırıtarak baktı.

"İyi bir Kral olabilirsin. Ama berbat bir babasın," dedi daha sonra. Kral buna cevap vermedi. Kendisi de biliyordu. Yine de bu durumdan zevk alıyordu.

Yanından ayrıldı daha sonra. Akşam olduğu vakit ancak annesinin yanına gelebilmişti. Odaya girdiğinde küçük erkek kardeşini uyutmaya çalıştığını gördü.

"Sonunda!" dedi annesi sakin kalmaya çalışarak. Ardil annesine sarıldı ve küçük kardeşine baktı.

"Bu hiç de bana benzemiyor," dedi prens. Hiçbir kardeşi kendisine benzemezdi zaten. "Babam gibi..."

"Öyle," dedi Kraliçe. "Sen nasılsın?"

"İyiyim," cevabını verdikten sonra gezinin nasıl olduğundan bahsetti. Ardil'e göre fazla sıkıcıydı. Neyse ki erkenden bitirebilmeyi başarmıştı.

Sonra annesi kardeşine şarkı mırıldanmaya başladı. Bu, Ardil'in hoşuna gitti. Küçükken de annesi tıpkı bu şekilde, kendisini uyutmak için aynı şarkıyı mırıldanırdı. Ardil bu yüzden de şarkı bitene kadar annesinin yanından ayrılmadı.
~

"Bir gün bir prens varmış,
Pek de akıllıymış.
Gelmiş, yürümüş, büyümüş.
Koskoca, yakışıklı bir oğlan olmuş.

Bir gün bir prens varmış.
Pek de cesaretliymiş.
Hiç kimseden korkusu olmaz,
Mazluma yardım edermiş.

Bir gün bir prens varmış...

...

~

GAZAP DANSI (TAMAMLANDI)Where stories live. Discover now