0.2

47 7 0
                                    


Güneşin batmasına bir saat kala herkesi odun toplamaya yolladım. Seungmin, Minho Hyung ve Hyunjin Hyung etrafı keşfetme arzusuyla zıpkın gibi fırlayıp gittiler. Jisung, Felix ve Changbin Hyung ise onlardan ayrı bir şekilde odun toplamaya gittiler.

Birkaç dakika sonra ilk üçü sonra da diğer üçlü de kucaklarına doldurdukları odunlarla geri döndü. Bodur ağaçlarla kaplı bu kurak arazide kuru odun bulmak kolaydı. Odunları ateş çukurunun yanına yığdılar, ben de kumda çömelip odunları dizdim ve tutuşması için aralarına kuru otlar serpiştirdim. Changbin Hyung ve Felix  topladıkları çalı çırpıyı önüme bırakıp oturmaya gittiler.

Odunları tutuşturmaya tek bir kibrit yetti, hemen alev aldılar. Kupkuru odunlarla kaplı arazilerin böyle bir anda alev aldığını görmüşlüğüm vardı. Buralarda anız yangınları epey yaygın ve tehlikeliydi. Kampımızın etrafında yangın emniyet şeridi vardı ama iki üç kez yeterli gelmediği olmuş, her defasında eşyaları toplayıp arabayla Ghanzi'ye giderek yangının sönmesini beklemek zorunda kalmıştık. Yangın söndüğündeyse kül serpintisi olur, ailemin üstünde çalıştığı hayvanlar daha iyi otlaklar bulmak için küllerden kaçar, böylece biz de binlerce yıldır burada yaşayan ve Botsvana'nın vahşi doğasında oradan oraya göçen yerliler gibi onların peşinden giderdik. Yerli kabile artık kasabalarda ve şehirlerde yaşasa da, arazi sığır çiftlikleriyle gitgide küçülse de bu uçsuz bucaksız topraklarda insanoğlunun değil, hâlâ doğanın kanunları geçerliydi.

Ateş, titreşen sabit bir aleve dönüşünce beş konuğum gelip çevresine oturdular. Hepsine sessizlik çökmüştü, Minho'ya bile. Yüzlerine baktığımda kiminde kaygı, kiminde huzursuzluk gördüm. Onları buraya getirenin ne olduğunu, ne bulmayı umduklarını ve ne kadar hayal kırıklığına uğradıklarını merak ettim.

Aktivite planımıza göre şu anda babamın korunma altına alınan bölgeler ve vahşi yaşam yönetimi konusunda nutuk atması gerekiyordu çünkü teknik olarak buraya vahşi yaşam yönetimini incelemeye gelmişlerdi. Sonra da Chan Hyung yerli kabilenin geleneklerini anlatacaktı çünkü buraya gelenlerin yerli kültürünü görmedikçe Kalahari'yi görmüş sayılmayacaklarını savunurdu. Hayvan derileri, devekuşu tüyleri ve dans ederken ses çıkarsın diye içine çalı çırpı konan tırtıl kozalarından oluşan geleneksel kıyafetini bile hazırlamıştı. Bu iki hafta boyunca benim görevimse yemek pişirip temizlik yapmak ve Song Vakfı için programın raporunu tutmaktı çünkü bu gezi iyi geçerse vakıf, genç vahşi yaşam elçisi programını genişletmeyi planlıyordu.

Babam ayrıca "çalılık partisi" dediği, müzik, dans ve sohbetle geçecek bir gece gibi "genç işi eğlenceli şeyler'den de sorumlu olmamı istemişti. Diğerleriyle vakit geçireyim diye lafı bu kadar dolandırdığından emindim. Böyle iyiyim, ben almayayım deyip aksini iddia etsem de  yeterince sosyalleşmediğime üzülüyordu. O ve Chan Hyungun arasında gidip gelmekle ve kampımıza kadar sızan zengin vahşi yaşamın içinde fazlasıyla sosyal meşgalem vardı. Ödevlerimi yapmaya bile pek vakit bulamıyordum.

"Benim bir sürü arkadaşım var, baba," demiştim. "Maymunlar," diye yanıtlamıştı. "Onlar sayılmaz."

Ben de ona dilimi çıkarmış ve arada bir yemek kırıntısı bulmak için kampa dadanan vervet maymununa bir dilim portakal vermiştim.

Sırf babamı memnun etmek için cebimden bir kâğıt çıkarmış, istemeye istemeye eften püften birkaç aktivite yazıvermiştim. Şimdi yazdıklarıma bakınca hepsi aptalca görünüyordu. Yine de böyle tuhaf bir sessizlikle oturmaktansa herhangi bir şey yapmak daha iyiydi. İç geçirip listeden rastgele bir şey seçtim.

Sesimi yükseltip şen şakrak bir tonda, "Oyun oynamak ister misiniz?" diye sordum.

Hepsi aynı anda başlarını kaldırıp gözlerini kırpıştırarak bana bakınca bir dala dizilmiş puhuları hatırladım nedense. Seungmin tereddütle, "Olur," dedi.

Kalahri | HyuninHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin