1.3

37 4 0
                                    


Hızla treylerden çıktık, çömeldik ve mutfağı bulduğumuz binaya koştuk. Binanın gölge alan dış duvarının dibinde eğilip saklandığımız yerden üstünde herhangi bir amblem olmayan siyah helikopterin elli metre kadar ötemizde yerden bir toz bulutu kaldırıp rüzgârıyla bitkileri kamçılayarak inişini izledik.

Helikopterden hepsi silahlı bir grup adam indi. Bir tanesi diğerlerine binaları boşaltıp kafeslerdeki hayvanlar dahil her şeyi toplamalarını emretti.

"Geri gidiyoruz," dedim kapıya arkamı dönerek. "Çalılıklara." Seungmin, "Ama bulduğumuz yiyecekler ve su..." diye itiraz edecek oldu.

"Vakit yok! Bu tarafa geliyorlar! Onlar bizi görmeden gitmeliyiz."

Binanın arkasında kalmaya dikkat ederek onları treylere yönlendirdim. Treylerin arkasında bir bina daha vardı, onun arkasında da arasına saklanabileceğimiz uzun otlar. Aç aslanları atlatmaya çalışan keseli antilop gibi bütün duyularım keskinleşmişti.

Çok dikkatli davranmaya çalıştığımız için yavaş hareket ediyorduk, adamlar o sırada bütün binalara dağıldılar. Bir sonra binanın arkasından silahlı bir adam çıkıp karşısında beni görünce donakalırken, uzun yüzüyle, afallayan bir inek antilobum andırıyordu. İrkildim, tedirgince bıraktım soluğumu, üstelik büklüm halimle adamın tam karşısındaydım. Çaresizce parmağım dudağıma götürüp sessiz kalmasını işaret etsem de işe yaramadı ve"Hey!" diye bağırdı. "Çocuklar burada! Hey, patron... Çocuklar burada!"

Hiç düşünmeden can havliyle çalılıklara yöneldim. Adama koştum. Tüfeği omzunda olduğuna göre bizi hemen bulmayıp beklemiyorlardı. Tüfeğini almak için omzuna uzandı ama Hyunjin önüme geçip adamın üstüne atlayıp onu yakaladı. Aynı anda yere düşerek boğuşmaya başlayınca adamın tüfeği otların arasın yuvarlandı. Silahı almaya çalışırken kulağımın dibinde vızıldayan mermi seslerini duyunca yere düşürdüm. Diğer adamlar da geldi. Bağırıyor, etrafımızı sarmak için oraya buraya dağılıyorlardı. Grubuma yere yatıp sürünmelerini söyledim, dediğimi hemen yaptılar.

"Otların arasına!" diye tısladım. "Acele edin!"

Düşe kalka çalılıklara ulaştık. Otlar bizi kısmen gizledi ama adamlar bizi her an bulabilirdi.

"Bize ateş ediyorlar!" diye bağırdı Felix. O kadar derin ve hızlı nefes alıyordu ki bir an soluğu kesilecek sandım. "Bize gerçekten ateş ediyorlar"

Seungmin, "Minho nerede?" diye seslendi.

Etrafa bakınıp kaç kişi olduğumuzu sayınca bir kişinin eksik olduğunu fark ettim,

Öfkeyle bakan Changbin, "Teslim olacak mıyız?" diye sordu.

"Bizi... Böyle öldüremezler. Bu... Bu yasadışı!"

Ah, Changbin.

"Dağılın," dedim. "Arazinin içi kısımlarına ilerleyin. Bir kilometre batıda buluşalım."

"Batı ne taraf?" diye sordu Changbin.

İşaret ettim.

Başının yanından geçen bir mermi otlara saplanınca Hyunjin irkilip geri çekildi. "Minho ne olacak?"

"Ben onu bulurum. Buradan uzaklaşıp bekleyin. Bir saat içinde gelemezsem batıya gitmeye devam edin. Toprak bir yol bulacaksınız, aslında bir patika. Ghanzi o yolun kuzeyinde, yolu kuzeye doğru takip edin.. Anladınız mı?"

"Ama..."

"Gidin," dedim. Yattığım yerde doğrulup eğilerek otların arasında koşmaya başladım. Arkamdan sıkılan mermiler dallara ve kuma saplanıyor, silah sesleri beni takip ediyordu. Mermilerden kurtulmamı sağlayacakmış gibi ellerimle başımı sarıp tesisin etrafından dolaştım.

Kalahri | HyuninWhere stories live. Discover now