1.5

32 5 0
                                    

Yüzük, bıçak kadar işe yaramasa da sopalardan birinin ucunda parmak kalınlığında bir çentik oymayı başardım. Oyduğum sopayı iyi durumdaki kuru otların üzerine koyup dizimle ortasına bastırdım. Sivri ucu Kalahari kumuyla birlikte otların ortasına saplandı. Odaklanmaya çalıştığımda hep yaptığım gibi dilimi çıkarıp ellerimi hızla birbirine sürttüm. Birkaç dakika sonra sopalar tütmeye başlayınca minik kırmızı bir kıvılcım otlara sıçradı. Hemen sopaları kenara koyup kıvılcıma hafifçe üfleyerek otları kaldırdım. Ateş bir an söner gibi olduysa da yavaşça ve ara vermeden üflemeye devam ettim. Sonra bir anda alev yükseldi. Küçük sopaları ateşe attım.

"Vay. Çok havalı," dedi Hyunjin Hyung.

Minho Hyung da aynı derecede etkilenmiş görünüyordu. "Ben de deneyeceğim."

Sopaları ona uzattım.

Minho Hyung bir saat boyunca ateş yakmaya çalıştıysa da sonunda
pes etti. Elleri su toplayıp yara bere içinde kalınca neyi yanlış yaptığını söyledim, kaşlarını çattı. Hava, kıvılcımlar dışında hiçbir şey göremeyeceğimiz kadar kararınca Felix ve Changbin Hyung da yanımıza geldi ama kız kimsenin yüzüne bakmadı.

Hyunjin Hyung dalgın gözlerle Felix'e bakıyordu. Biraz sonra ateşe bakarak, "Annem hapiste," dedi.

Felix başını kaldırıp bakmasa da kaşını kaldırması gözümden kaçmadı.

"Uyuşturucu yüzünden on yıldır girip çıkıyor," dedi Hyunjin Hyung. Bir sopayla ateşi harladı. Kıvılcımlar patlayıp dağılırken ışıkları gözlerine yansıdı.

"Beş yaşımdan itibaren ağabeyimle birlikte ye timhanelerde büyüdük. Hiçbir şehirde bir yıldan fazla kalmadık." Arkaya uzanıp ateşi izlemeye devam etti. "Ağabeyim on sekiz yaşına gelince yasal vasim oldu ve bir süre Gwangju'da yaşadık. O orduya girene kadar işte..." Yüzündeki çizgiler belirginleşmişti; alevlerin ışığında daha yaşlı ve sert görünüyordu. "Geçen yıl bir keskin nişancı tarafından öldürüldü."

Daha önce hiç olmadığı kadar ciddi görünen Minho Hyung, "Çok üzüldüm, kardeşim," dedi. Dizlerini karnına çekip sarılmış, bir yandan da otlarla oynuyordu. "Büyükannem ben yedi yaşındayken öldü. Annem ve babam hep çalıştıkları için beni o büyütmüştü. İnsan böyle şeyleri hiç atlatamıyor, biliyor musunuz?"

"Evet," dedi Hyunjin Hyung bana bakarak.

İçim sıkışarak ateşi izledim. Annem. Belki Chan Hyung ve babam da. Diğerleri sevdiklerinden bahsedebilirdi ama ben yapamazdım. Henüz çok erkendi, yüzleri hâlâ zihnimde capcanlıydı.

"Bu geziye de babam yüzünden çıktım," dedi Minho Hyung. Dişlerinin arasına bir ot aldı ve sırtüstü uzanıp kollarını açtı. "Song Vakfı yönetim kurulunda... Hani şu, beş çocuğu ıssız bir yere göndermenin harika bir fikir olduğunu düşünen kurul. Bunun bana 'çeki düzen' vereceğini söyledi."

Minho Hyung kahkaha attı ama her zamanki şakacı kahkahalarının aksine acı ve boğuk bit kahkahaydı. "İronik değil mi? Yani ölebilirim. Eminim o zaman biraz suçluluk duyar."

"Şu anda Jeju'da arkadaşlarımla sörf yapıp birilerinin peşinde koşuyor olabilirdim." Yan dönüp başını dirseğiyle desteklerken Seungmin'e bakıp sırıttı.

"Ne dersin, Seungmin? İneklik hoşuma gitmeye başladı. Yeni tipim inekler." Gözlerini deviren Seungmin, "Rüyanda görürsün," dedi.

Minho Hyung, "Sen neden buradasın?" diye sordu. "Seninkilerin ata toprağı falan mı burası?"

"Babamın ailesi Koreli," dedi Seungmin gözlerini kısarak. "Annem ise Granadalı."

"Orası neresi?"

Kalahri | HyuninWhere stories live. Discover now