0.4

38 7 0
                                    


Frekansı değiştirdiğini düşünerek telsizdeki diğer bütünfrekanslara ulaşmaya çalıştım. Hiçbirinden cevap gelmedi.

Robert'ı aradım. Cevap yoktu. Robert resmi av bekçisi olduğundan haftalık arazi teftişine sık çıkardı. Muhtemelen telsizi kapsama alanı dışındaydı. Duyduklarımızdan bir anlam çıkarmasını umarak yalvaran gözlerle sessizce Hyunjin'e baktım. Karamsar gözlerle bakışlarıma karşılık verdi.

"Sence ne oldu?" diye sordu. Ne düşüneceğimi bilmiyordum. Düşünemiyordum. Telsizin cızırtısı beynimi ele geçirip bütün düşüncelerimi allak bullak etmiş gibi kilitlenip kalmıştım.

Hyunjin'in sürekli aynı soruyu sorduğunu fark edince uyuşukluğumdan kurtuldum.

"Kaçak avcılara yakalanmış olmalı," dedim. "Ya da onlar ona yakalandı. Onları atlatmaya çalıştığını söyledi. Chan Hyung ile babanı görmüş olmalılar." Sıkıntıyla elimi saçıma götürüp parmaklarımla saçımı geriye taradım.

"Birini aramalıyız. Orduyu, acil durum merkezini, birini. Ama uydu telsizi arazi aracında, babamın yanında. En yakın yol elli kilometre ötemizde, etrafımızdaki köylerin çoğu terk edilmiş durumda, o yüzden de buralarda yoldan geçen araç sayısı gergedandan daha azdır. O yolda günlerce dursan bile tek bir araç göremeyebilirsin. Hyunjin. Peki ya..." Gözlerimi sımsıkı kapayıp hızla soluğumu verdim. "Ya o ses silah sesiyse? Ya o... Ben ne yaparım?"

"Hey. Hemen en kötü sonuca atlama. Daha değil." Onun da aklı başından gitmişti. Parmaklarını nasıl kenetlediğine, sıkmak tan bembeyaz olan eklemerine bakınca anlaşılıyordu. Bir cevap bulur diye sessiz bir yakarışla ona baktım. "Sakince düşünelim, tamam mı? Ne biliyoruz?"

Titreyerek başımı salladım. Sinirlerim elektrik kaçıran kablolar gibi bütün bedenimin endişeden kasılmasına neden olurken o anda dünyayla tek bağlantım buymuş gibi sorduğu soruyu düşündüm. "Kampın yirmi beş kilometre güneybatısında bir yerde. Kaçak avcılar, peşlerine düştüğünü biliyor. Takip edilmiş ve... Sesi yaralanmış gibi geliyordu." Son kelimeler boğazımda düğümlendi. Panik yapma, dedim kendime. Vahşi doğada sorunları çözmenin ilk kuralı buydu: Panik yapmayacaksın. Neredeyse yüksek sesle kahkaha atacaktım. Aç bir çitanın karşısına çıkan antiloba koşma, demek gibi bir şeydi.

Hyunjin mantıklı düşündüğüm için beni yüreklendirmek istercesine başını salladı. "O zaman ne yapacağız?"

O pislikleri bulup gebert ya da bağırarak çalılıklara koş gibi aklıma ilk gelen düşüncelerin baskısı karşısında gözlerimi kapadım. "Ya burada kalıp bekleriz." dedim. "Ya da.. Beklemeyiz."

Hyunjin düşünceli haliyle başını salladı. Nasıl bu kadar aki başında kalabiliyordu? "Onun izini sürebilir misin?"

Bunu düşününce hayata geri döndüğumü hissettim. "Evet. Chan Hyung bana yıllardır yerlilerin vahşi doğada nasıl yaşadıklarını öğretiyor."

Hyunjin'in kara gözleri de benimkiler gibi çakmak çakmaktı. "Sana güveniyorum, Jeongin."

Güzel, en azından biri bana güveniyordu. Kalahari'nin Teksas eyaletinden daha büyük olduğunu ve kaybolursak haftalarca kimseyi göremeden yürüyeceğimizi düşünmemeye çalıştım. Medeniyete genel olarak nasıl ulaşacağımı elbette biliyordum ama en titiz acil tahliye planlarımız bile ya karadan ya da havadan giden bir ulaşım aracımız olmasını gerektiriyordu ve burada beş kişinin hayatı bana bağlıyken tek başıma kalmam hiç hesapta yoktu.

Siniri krizi geçirmeme ramak kalmıştı. Bu ben değildim. Kendimi hafife alıyordum, değil mi? Bütün hayatımı vahşi doğada, ormanda, çölde geçirmiştim. Benim hayatım buydu.

Kalahri | HyuninWhere stories live. Discover now