1.0

28 6 0
                                    


Soğuk su yüzünden elim ayağım uyuşmuş, birbirine çarpan dişlerimin sesi mağaranın duvarlarında yankılanıyordu. Tırmanabileceğimiz bir yer bulamasam da mağaranın sınırlarının büyük bölümünü keşfetmiş ama yine de en derin yerini bulamamıştım. Bunun gibi yeraltı göllerinde derinliğin yüz met
reye kadar inebildiğini biliyordum. Düşüncesi bile insanın içini sudan beter buz kestiriyordu.

Düştüğümüz yere dönerken bütün uzuvlarım acıyordu. Daha ne kadar dayanabilirdim? Diğerlerinden daha iyi durumda olduğuma göre onlar çok daha fazla zorlanıyor olmalıydı.

Hepimizin aklından aynı şey geçmiş gibi diğerleri de güneş ışığının geldiği yuvarlak alana toplandı. Sıcaklığını hissederek yüzümü güneşe döndüm. Minho'nun yanındaki Seungmin hâlâ şaşkın ve türkek görünürken Hyunjin hızla yanımıza geldi. "Changbin ve Felix nerede?" diye sordum. "Geliyorlardır," dedi Minho.

"Hayır, gerçekten... Neredeler?" Hemen telaşlanmıştım. Onları kaybedemezdik. Yoksa boğulmuşlar mıydı?

"Changbin!" diye seslendim. "Felix!"

Dalgalanan suyun sesi ve kendi sesimin yankısı dışında sessizlik vardı.

"Dağılın," dedim, yorgunluktan tükenirken. "Onları arayın." Herkesin yüzünde, yüksek sesle dile getiremediğimiz aynı korku vardı: Changbin ve Felix suya dibi boylamış olabilirdi. Gerçi hiçbirimiz bunu kabul etmeye hazır değildik, aksi takdirde hepimizin az vakti kaldığını, sonumuzu getiren bir geri sayımda olduğumuzu kabul etmemiz gerekecekti.

Birbirimizden daha birkaç metre uzaklaşmıştık ki bir çığlık duydum.

"Bu tarafa!"

İnce ve boğuk bir sesti ama nereden geldiğini anlayınca diğerlerine doğru yönü işaret ettim. Hep birlikte ışığı arkamızda bırakarak o tarafa yüzdük.

"Changbin," dedi Hyunjin. "Bu tarafa."

"Acele edin, millet!" Biz yaklaştıkça Changbin'in sesi daha güçlü duyuluyordu.

Felix ile birlikte suda ayaklarını çırparken karanlıkta yalnızca gözlerinin akı görünüyordu.

Felix yorgun bir sesle, "Bir şey bulduk," dedi.

"Bu tarafta."

Mantığım aksini söylese de içim rahatlayarak onların peşinden gidip karanlık sulara yüzdüm.

"Ne buldunuz?" diye sordu Seungmin. "Tanrım, umarım bir merdivendir."

"Yaklaştın," dedi Changbin.

"Bir hayli yaklaştın."

Changbin'e çarpana kadar orada durduklarını fark etmemiştim ve tam o sırada Minho da bana çarptı.

Changbin elimi tutup karanlıkta yukarı kaldırarak, "Dokunsana," dedi.

Parmaklarım metale değince içgüdüsel olarak tuttum: Soğuk ve pürüzsüz bir direğe benziyordu. Diğerlerinin de dokundukça bir şeyler söylediğini duydum.

"Yukarı çıkıyor," dedim. Hiçbir şey göremeden elimle yoklamaya devam ettim. Direkler, yaklaşık bir metre genişliğindeki bir yapı iskelesi gibi gövdem kalınlığındaki boruları sarıyordu.

"Eski bir sondaj kuyusu olabilir," dedim ama emin değildim. Metalin sudaki mineraller yüzünden aşınıp paslanması gerekirdi değil mi?

Oysa doku olarak çok eski bir şeye benzemiyordu ve inşa edilme şekli farklıydı. Yine de bunu sorgulayacak değildim. Bizi buradan çıkarsa yeterdi.

"Tırmanabiliriz." dedim.

"Nereye gittiğine bakarız."

"Yapamam!" Seungmin'in sesi karanlıkta yankılanırken soluklarından paniğe kapıldığını anladım.

Kalahri | HyuninWhere stories live. Discover now