0.5

41 7 0
                                    


Bir süre sadece ayağımızın altında ezilen otların çıkardığı sesi duyarak yürüdük ama güneş yükseldikçe kuş sesleri etrafımızı sardı. Beyaz karınları gün ışığında parlayan av peşindeki atmacalar göğü yırtarken örümcekkuşları ve serçeler de kısa çalılıklarda ötüşüyordu. Karıncayiyenlerin, bal porsuklarının, antilopların ve bir leoparın izlerini gördük ama etraftaki hayvanlar sesimizi duydukça kaçıp ortadan kayboluyordu. Tek başımayken doğaya yakın olmak için sessizce yürümeye alışıktım ama arkamdaki beş kişi fil sürüsü gibi gümbür gümbür ilerliyordu. Çok önemli değildi. Isırılma, tırmalanma ve sokulma riskini hesaba katınca ne kadar az yaratığa rastlarsak o kadar iyiydi.

Arazi aracının izlerini takip etmek zor değildi. Batıya ilerledikten sonra büyük ağaçlaran kaçınmak için oradan oraya kıvrılıyor, küçük çalılara yöneliyordu. O tarafa giderken aracın tamponu çalıları ezmiş olmalıydı. Esnek bitkiler araç geçtikten sonra yeniden doğrulmuştu ama kırık dallardan babamın hang yone gittiği açıkça anlaşılıyordu.

Yola çıkışımızdan bir saat sonra Hyunjin durup elini kaldırdı. Diğerleri donup kaldı. Tepeden tırnağa silahlanmış avcıların üstümüze geldiğini sanırken yüreğim ağzıma gelerek ileriye baktım.

Ama Hyunjin, kış yüzünden yaprakları kuruyup kahverengiye dönen devedikeni akasyalarını işaret ediyordu. İki zürafa, dikenlerine aldırmadan uzun, zarif dilleriyle yaprakları yiyordu. Changbin fotoğraf çekmeye başladı. Ağzı kulaklarına varan Hyunjin, yüzünde zevzek bir gülümsemeyle bana döndü.

"Zürafa!" dedi duyulacak kadar yüksek sesle fısıldayarak. "Yok canım!" diye homurdandı Seungmin arkamızdan ama Hyunjin onu umursamadı.

Bir süre durup zürafalara baktık. Herkes, bir karış açık ağzı, şaşkın gözleriyle, tepki vermeden onları izledi. En çok da Hyunjin ve Jisung. Hallerini gören de bulutların arasından fırlayan meleklere rastladıklarını sanırdı.

Ben, "Gidelim," diye homurdanınca diğerleri dönüp bana baktı. Bu aksi ve muhtemelen kaba tavrımı hak etmiyorlardı ama buraya manzara izlemeye gelmemiştik.

"Daha önce hiç zürafa görmemiştim," dedi Hyunjin kendinden geçmiş gibi.

Seungmin, gözucuyla ona bakarak, "Hayvanat bahçesinde bile mi?" diye sordu.

"Hiç gitmedim ki." Bir rüyanın ortasında uyandırılmış gibiydi.

Biz yaklaşınca kokumuzu alan zürafalar ürküp hızla uzaklaştılar. Uzun bacakları ve rahat adımlarıyla ağır çekimde koşuyormuş gibi görünüyorlardı ama uzun boylarına rağmen çalışarın içinde çabucak gözden kayboldular. Sanki hiç oraya gelmemişlerdi.

Tam ilerleyecektim ki "Dur!" dedi Hyunjin beni durdurmak için kolunu bariyer gibi önüme uzatarak. "Bir şey daha var."

Çok geçmeden ağaçların arasından yavru bir zürafa çıkıp bizi görünce olduğu yerde dönüverdi. Kalın gözkapaklarının altındaki kahverengi gözleriyle, aile yemeğini bölen altı tuhaf yaratığa dikkatle bakıp homurdanarak uzun bacaklarını -yavru hepimizden uzundu- açıp gerdi.

Hyunjin rahat bir nefes aldı, yüzünde yine o zevzek gülümseme belirdi. Elleriyle ağzını kapayan Felix bile gülümsüyordu. Minho Hyung, tam bir salak gibi gıdaklayıp yavruya seslenmeye başlayınca hayvancağız korkup ailesinin yanına kaçtı.

"Ahmak," dedi Seungmin alçak sesle.

"Ah, haydi ama. Sorun ne? yoksa havaalanında mizah yeteneğine de mi el koydular?"

"Aman ne komik."

Zürafa olayı ortaya çıktığından beri sessiz olmayı bırakmış, şebek sürüsü gibi konuşmaya başlamışlardı. Yolculuğumuz riskli olmasına rağmen onlar saha çalışmasına çıkmış gibi şen şakraktı, ben de başlarındaki nemrut öğretmen gibiydim. Düğmeli domuz veya kirpiden daha kötü bir şeyle karşılaşmamıza ihtimal vermiyorlarmış gibi, tehlike mefhumunu yitirdiklerini düşündüm. Sam dışında hiçbiri babamın kan donduran sesini duymamıştı; korkumun yalnızca duyduğum silah seslerinden olmadığını, annemin ölümünü hatırladığım için de korktuğumu anlayamazlardı. Babamın hayatının tehlikede olduğunu düşünmek başka, gerçekten tehlikede olduğunu bilmekse bambaşka bir şeydi ve kaygımı en üst seviyeye çıkarıyordu.

Kalahri | HyuninHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin