0.3

37 6 0
                                    

Pantolonumun kemer köprüsüne taktığım telsizi çıkardım ve annemin eski gri kazağını giydim; Hyunjin'in anlamlarını merak ettiği dövmeleri kapattım. Bağdaş kurarak daracık, küçük yatağımda oturdum, telsizi iki elimle tutup alnıma bastırarak derin bir nefes aldım. Gözümün önünden görüntüler geçiyordu. Chan Hyungla annemi boynu kırılmış halde bulduğumuz an geliyordu gözümün önüne. Land Rover, afrika akasyasına çarptığı için kafası içe göçmüştü. Biz onu bulana kadar bir haftadır kayıptı ama nihayet onu bulduğumuzdaysa öleli daha birkaç saat olmuş, arılar her yerini sokmuştu. En korkunç düşlerimde babamı da annem gibi bulacağımı, tıpkı annemin başını kaldırdığımda açık ama görmeyen gözleriyle karşılaştığımdaki gibi babamın da soğuyan bedeniyle karşılaşacağımı görüyordum.

Titreyen parmaklarımla telsizin düğmesine bastım.

"Baba, Baba, cevap ver. Chan Hyung, orada mısın? Alo? Kimse var mı?"

Cevap yoktu.

Sonra Robert'ı aradım ama ondan da cevap gelmeyince babama çağrı yapmaya devam ettim.

"Baba, lütfen. Lütfen. Neredesin? Kahrolası telsizine bak!"

Ateş basmıştı. Çadırın öbür tarafına fırlattığım telsiz çadırın brandasına çarpıp yere düştü. Başımı ellerimin arasına alıp sallanarak oturdum, gözlerimi fal taşı gibi açıp bağcıklı dağ ayakkabılarıma baktım. Yine o panik ve korkuyla dolmuştum; çılgınca görüntüler gözümün önüne geliyor, ihtimaller aklım dan çıkmıyordu. Onu vurdular. Kaçak avcıları buldu ve onlar da onu vurdu.

Hayır. Kontrolümü kaybetmemeliydim. Dışarıdaki altı kişiyi düşünmeliydim. Muhtemelen Hyunjin dışında hiçbiri kafatasımı çatlatan paniği fark etmemişti.

Sadece geç kaldı. Chan Hyungla iz sürerken vaktin nasıl geçtiğini unuttuğu için şimdi de arabayı hızla kullanarak dönmeye çalışıyordur. Hepsi bu. Belki Araç kuma gömülmüştür, Hank'i kumdan çıkarmaya çalışıyorlardır.

Annemin kitabının kopyasını alıp kapağına baktım. Kapaktaki fotoğrafta, Nepal sınırına yakın bir yerde, file binmiş, dört yaşındaki dağınık saçlı, kirli suratı, gülen halimle annemin önünde oturuyordum. Annem bana sarılmış, başını eğmiş bana bakarken ben de ellerimi başımın üstüne kaldırmış, sallıyordum. Aylardır hatırlamak istemediğim duyguların açığa çıkmasından korkarak nefesimi tutup parmaklarımı annemin yüzünde gezdirdim. Kitabı açıp annemin başlık sayfasına dağınık el yazısıyla yazdığı sözleri okudum: 'Jeongin'ciğim, hayatımın mucizesi' Kitabı göğsüme bastırıp biraz sarıldıktan sonra yerine koydum.

Konuklarımı uzun süredir yalnız bırakmıştım. Minho Hyung kim bilir nereye kaybolmuştu. Dışarı çıkmadan önce telsizi yerden alıp temizledikten sonra kemerime taktım.

Kamp ateşinin başında tabii ki bir kişi eksikti.

Endişelerimin geri döndüğünü hissederek, "Minho Hyung nerede?" diye sordum.

Herkes aynı anda dönüp bana bakarak omuz silkti. Seungmin iyice kararan çalılıkları göstererek, "Şu tarafa gitti," dedi. İçimden küfredip Seungmin'in gösterdiği tarafa gitmeden önce çadırımdan el fenerini aldım. Herkes yerinden kalkıp peşimden gelince şaşırdım.

Minho Hyungun ayak izlerinin kampın dışına çıktığını anlayınca takip etmeye başladım. Ufuk çizgisine inen güneş, ağaçların ve çalıların arasından sızan ışığıyla Kalahari'nin korkunç anız yangınlarından birinin bize doğru geldiği yanılsaması yaratıyordu.

Diğerleri grupla birlikte olmanın daha güvenli olduğunu düşünerek etrafıma toplanmıştı. Seungmin çalılardan yaprak toplayıp defterinin arasına sıkıştırırken Hyunjin de önüme çıkan dalları nazikçe kenara çekiyordu. Gerçi mevsim kış olduğundan çok az bitkinin yaprağı kalmıştı.

Kalahri | HyuninWhere stories live. Discover now