4🍇

25 6 0
                                    



🍇

Derler ki; kitap okumaya sevdalı olan insanlar, eski zamanlardaki deniz halkı soyundan gelir. Çünkü onlar bitmek bilmeyen bir deryanın uçsuz bucaksız ufkunda dolaşmaya alışmışlardır. Eskiler, ilk insanlar... Lakin insanlar zamanla sudan karaya çıkmış ve bu alışkanlıkları yok olmuş. Özgürlüğe alışkın insan, karadaki kısıtlamalardan sonra kendini kulaç kulaç yüzeceği bir evren aramış. İşte o zaman kitaplar devreye girmiş. Zira kitaplardır ancak bir okyanus kadar geniş olan. Dünya üzerinde hangi genişlik kitapların bize sunduğu arsalara denk gelebilir ki? Hangi orman, kitapların bize sunduğu ovaları karşılar? Ve hangi gezegen yüz ölçümü uçsuz bucaksız olan hayal gücüne denk gelir? Ondandır ki, kitap okuyan ve seven insanlar her daim suya da hasret duyar. Özgürdürler. Geniştirler. Ve aslında kimsenin görmeyeceği kadar ince bir yüreğe sahiptirler.

Hazel Redcloud ancak bir su perisi kadar duru güzelliği ve engin hayal gücünü kitapları kucaklayarak açığa çıkarmış, o vakitten sonra da başka türlü bir özgürlükle iktifa edememişti.

Henüz kendisine haber verme şansı bulamayan ev halkı ve toplantı için gelen diplomatlar kusursuz bir merakla genç kadını seyrediyorlardı. Zira bu malikaneye iş dışında bir insanın özellikle bir kadının geldiği pek görüşmüş şey değildi.

Bu genç kız da kimin nesiydi? Pek İngiliz'e benzemiyordu ama çok güzel olduğu aşikardı. İsmi neydi? Soy kütüğü kime dayanıyordu? Geçmişinde kraliyet ailesine hizmet eden olmuş muydu? Peki ya eğitimi? Hoş bu çok da mühim değildi ya, yine de okuma yazması var mıydı? Lakin kıyafetlerinin orta kalite kumaşı, eldivenlerinin genelde İngiltere'ye Hindistan'dan getirirken kumaşın dışında hafif bir terzilikle dikilmesi, dantel farbalarının gayet kolay bir örneğe sahip olması onun aslen orta sınıf biri olduğunu gösteriyordu. Ne yazık ki yanılıyorlardı. Çünkü Hazel orta sınıf bile sayılmıyordu. O dönemin aşağı tabakalarından biri olarak eğitim bile alsa yetim ve kimsesizdi. Kendine ait meteliği olmayan ancak ve ancak karnını doyuracak kadar bir miktara sahip olan avamdan biriydi. Eğitim çoğu defa ikinci plana atıldığı için de efendiler hızla burun kıvırmaya başlamışlardı bile.

Hazel nihayet bakışlarını yere indirdiğinde kitabı kendine yaklaştırarak okulda öğrendiği adabı muaşereti uygulayarak selam verdi. Lakin karşısındaki kişi hala daha kaşlarını düzeltmemişti. Diğer topluluğun rahatsız edici aşağılayıcı tavırlarına rağmen Hazel'ı endişelendiren sadece bir çift çatık kaştı. İnsanlar üzerinde ne kadar büyük bir etki bıraktığını bilse Lord Hill bir daha asla kaşlarını çatmazdı. Ama belki de çatardı. Çünkü Lord Hill'i diğerlerinden farklı yapan en büyük özelliklerinden biri her daim ciddi oluşuydu. Kimseye açılmak bilmeyen bir kabuğu ve o kabuğa yaklaştırmak bilmeyen bir de kalkanı vardı. Eski İngiliz şövalyelerinin demir zırhına benzer görünmez bir zırhla kaplıydı sanki.

"Bayan Monark konuklarımızla ilgilenin lütfen."

Evin baş hizmetlisi Bella Monark'aydı bu sesleniş. Yaşlı kadın acele ile yerinden hareket ederken son bir kez Hazel'a bakmayı ihmal etmedi. Bir şekilde evden gönderilmeden onu son bir kez görmek istemişti, zira bu kızı gerçekten çok sevmişti. Daha önce onun kadar kibarı ve sevimlisi ile karşılaşmamıştı.

"Sebastian beni takip et."

Lord Hill yürekleri hoplatan bir hızla adımlarını atarken Sebastian beklemeden peşine takıldı. Geriye Hazel kaldığında "Siz de buyurun," dedi diplomatlardan biri. Olağan bir teklif değildi belki de fakat Hazel daha fazla rahatsızlık vermemek adına "Teşekkür ederim, fakat ev sahibi davet etmediği sürece katılmam uygun olmaz," dedi.

"Baron Hill'den mi söz ediyorsunuz madam? Kendisinin bir hanımefendiye nasıl davranacağını bildiğinden şüpheliyim. Lütfen buyurun. Kendileri benim kuzenim olur, herhangi bir pürüz çıkmayacağına teminat verebilirim."

MY LORD Where stories live. Discover now