8🍇

24 5 0
                                    







🍇

Hazel'ın yüreğine serpilen muamma kıvılcımı Lord Hill için zihninde çiziktirdiği manzaradan millerce uzaktaydı. Sahi ya, insanlar duyguları da taklit edebiliyordu. Hüzünlü olmayan bir insan hüzünlüymüş gibi, mutlu olmayan biri mutluymuş gibi, centilmen olmayan centilmenmiş gibi, mütevazı olmayan da mütevazıymış gibi. Pek tabii Lord Hill de böyle olabilirdi. Hayır hayır, Lord Hill değildi acımasız olan, devrin balmumundan yapılma kalpleriydi. Hepsi taş kesilmiş, hepsi sahte.

Genç kadın henüz taze olan gözyaşlarını eli ile kurulayıp ardına baktı. Uzaklarda ona bakan seyis ve çamaşırcı ile Bella Monark da hüzünle bekliyordu. Hepsi Hazel'ın gözyaşlarını sildiğini görmüştü ve bunun sebebinin Lord Hill olduğunu düşünmemek büyük yanılgı olurdu. Böyle bir durumda genç kadın daha fazla malikanede kalmamalıydı. Bu büyük kabalık olurdu; kendisine böyle bir misafirperverlik yapan bir ev sahibine.

Hazel gülümseyerek Bella'ya ulaştığında "Malikanedeki birkaç parça eşyamı alsam iyi olacak. Gün ilerlemeden kendime kalacak bir yer bulmalıyım," dedi.

"Gidiyor musun? Ama Lord, yani eğer sen istersen..."

"Her şey için çok teşekkür ederim Hanımefendi. Leziz yemeklerinizi tattım, latif dilinizi dinledim ve kibarlığınızla hemhal oldum. Minnettarım efendim."

Hazel eğilerek selam verdiğinde Bella elbisesinden bir tutamı ile gözyaşlarını silmeye çalıştı. Durumu fark eden seyis Jacop ve çamaşırcı Elvis koşar adımlarla iki hanımefendiye yaklaştılar. Kollarında henüz yeni söktüğü çamurlu havuçlarla bu topluluğa doğru yürüyen genç aşçı Elvis se geldiğinde Hazel gülümseyerek hepsine baktı.

"Hepinize çok teşekkür ederim. Lütufkâr ve kibar davrandınız."

"Gidiyorum diyor Tomas." Bella ağlamaklı söylerken Tomas sanki elinden bir şeyler gelecekmişçesine düşünmeye başladı. O da biliyordu Lord Hill'in sözünün üstüne söz söylenemeyeceğini. Lakin ortada Lord'un söylediği bir söz de yoktu işin garibi.

Hazel bir kez daha topluluğu selamladığında önden yürümeye başladı. Geride kalan diğerleri hüzünlü gözlerle genç kadına bakarken ilk defa kanlarının ısındığı bir insanın ellerinden kayıp gitmesinin hüznü ile kavruluyorlardı.

Hazel malikaneye girdi, üst katta kendisine verilen odaya çıktı, eşyalarını topladı ve yeniden aşağı indi. Kütüphanenin tam önündeki nane yeşili Viktorya tarzı chaise longun önünde durdu. İkilemlerle düşünmekteydi. Lord Hill ile vedalaşmalı ve teşekkür etmeli miydi yoksa daha fazla rahatsızlık vermeden gitmeli miydi? İkisi de muhtemel rahatsızlıklara neden olurdu lakin ikincisinde misafirliğe yüz çevirerek gitmek söz konusu olacağından bunu kendine yakışan bir davranış olarak görmedi ve Lord'un odasının olduğu sol koridora doğru döndü.

Genç kadın henüz bir iki adım atmıştı ki koridorun başından gelen kahya Sebastian göründü. Birbirleri ile göz göze geldikleri anda reverans yaparak selam verdiler ve Hazel durup beklerken kahya ona doğru yürümeye devam etti. Tam Hazel'ın bir adım önünde durduğunda ise kibarca bir zarf uzattı. Üstünde bordo mumdan yapılma bir mühür bulunan bu zarf genç kadın tarafından incelendiğinde "Bunu Lord Hill gönderdi Bayan Redcloud. Kabul etmenizi rica etti ve iyi dileklerini iletmemi istedi," dedi.

Bu durumda yanına gidip teşekkür etme faslı en baştan iptal olmuştu. İlk seçenekte olduğu gibi rahatsız olacaktı. Hazel buruk bir tebessümle zarfı aldığında köşesindeki Baron Hill ismi gözüne çarptı. Metalik altın rengiyle yazılmış fütursuz bir el yazısıydı. Doğrusu böylesine mükemmel ve hoş bir el yazısı ancak ve ancak Lord Hill'e ait olabilirdi. Hazel özenle inceledi harfleri ve teşekkür ederek ayrıldı.

Malikaneden çıkarken de bahçe kapısından ayrılırken de çalışanların hepsi hüzünlü gözlerle ve hatta Bella birkaç gözyaşı ile birlikte onu uğurluyordu. Hazel bir kez daha yola düştüğünde çok uzaklardan ardına bakıp malikaneyi seyretti. Olabildiğinde ihtişamlı haliyle parlıyordu. Lakin onu böyle parlatan dış cephesinden ziyade içindeki Lord'uydu hiç şüphesiz. Genç kadın gülümseyerek önünü döndüğünde bir ganimet gibi sıkıca tuttuğu zarfı ile yürümeye devam etti. Buraya kadar bir at arabası ile gelmişti lakin şimdi yürüyordu. Yoldan geçen bir at arabasını da durdurabilirdi ancak içinde biriken hüznü atmak için yürümek daha doğru gelmişti. Hüzünlenmiş çünkü bir fırsat kaçmıştı elinden. Şayet bir erkek olsaydı Lord Hill gibi birinden eğitim alabilirdi. Ya da onunla sohbet edecek düzeyde biri olabilirdi. Diğer insanların laflarına nispeten Hazel hala ve hala Lord Hill'in eşsiz bir mücevher olduğunu düşünmekteydi.

Hazel çok yürümemişti ki arkadan gelen bir at arabası ona doğru yaklaştı ve gürültü ile durdu. Atların kişnemeleri ve nal sesleri arasında arabayı zor durduran arabacı gülümseyerek Hazel'a doğru eğildi.

"Her nereye gidiyorsanız hanımefendi, size yardımcı olayım."

Doğrusu arabacıların bu kibar olmasına pek akıllım değildi genç kadın ama işten gelen bir kibarlık hemen anlaşılıyordu. Büyük bir istekle kabul etti ve "Aslında henüz bir yer kestiremedim ama beni gece yatacağım ve yemek yiyebileceğim bir yere götürürseniz çok minnettar olurum," dedi.

Arabacı atların eyerlerinden sıkıca tutarken gözlerini kısıp önüne döndü ve "Hımm, bi düşünelim bakalım," diye mırıldandı. "Gece kalacak bir yer ve karnını doğurabileceğin bir imkan?"

Hazel olumlu bir yanıt alabilmek için umutla bekliyordu. Şayet olumsuz yanıt alırsa bu geceyi sokakta geçirmek zorunda kalacaktı zira artık yetimhaneye de gidemezdi. Yaz ayları geldiğinde öğretmenler ve çalışanları ile birlikte yazlık binaya geçerlerdi. Bu binada Londra'nın en kuzeyinde yaz için biraz daha serin ve geniş arazisi olan bir yerdi. Kışlık bina bu aylarda mühürlenerek kapanıyordu. Doğrusu genç kadın için pek fazla bir seçenek yoktu. Mutlaka kalacak bir yer bulmalıydı.

"Sanırım bir yer buldum."

Hazel ışıl ışıl parlayan gözleri ile arabacıya baktığında hevesle gülümsedi.

"Fakat korkarım ki hem yemek hem de uyumak için bir ödeme yapmak zorundasınız."

Hazel'ın gülüşü yavaşça solarken ödeme yapmaya niyetli ama bir somun ekmek bile almaya yetmeyecek birkaç pensi vardı o kadar.

"Haydi gelin hanımefendi, bu dünyada karşılıksız hiçbir şey yoktur değil mi?"

Genç kadın kabul etmeyecekti aslında lakin gerçekten kalacak hiçbir yeri yoktu. Şayet bir şekilde kalmayı kabul ettirebilirse bir gecelik ödemesi için başka bir yerde çalışıp iade ederdi. Mecburiyet söz konusu olduğunda geriye yapacak pek de bir şey kalmıyordu doğrusu.

Hazel at arabasının arkasındaki kadife kumaştan hardal sarısı koltuğa oturduğunda yumuşaklığı ile biraz olsun rahatladı. Sırtını yasladığında arabacı hareketlendi. Nal ve atların nefes sesleri yolda yükselirken yolculuk tatlı bir hal almaya başlamıştı. Zira Hill malikanesinden sağa sapılan bir yolda meyve ağaçlarının sağlı sollu kapladığı bir kulübeye doğru ilerliyorlardı. Zaman çabuk geçmişti ancak bir hayli yol gitmişlerdi. Kiraz ağaçlarının hoş kokusu ile dolu yolun taşları çoğaldığında araba sarsılmaya başladı. Tekerleğin çıkardığı zorlanma sesini işiten arabacı eyeri biraz çekince atlar yavaşladı. Hazel görebildiği kadarıyla bu kulübenin eski ama gösterişli olduğunu fark etti. Bahçesinde çocukların gezmediği, salıncakların sallanmadığı, uçurtmaların uçmadığı ama bir an olsun kuşların eksik olmadığı, rüzgarın ninnilerle süsleyip, meyve ağaçlarının mis kokuları ile armağanlarını sergilediği mistik bir bahçesi vardı. Küçük, ama gösterişli. Sade, ama şık.

Hazel gülümseyerek arabadan indiğinde "Burada yaşlı ve bakıma muhtaç bir kadın yaşıyor. Ona bakman karşılığında sana yatacak yer ve yiyecek verecektir. Çok fazla yaşayacak gününün kaldığını sanmıyorum. Şayet ona müşfik bir yürek sunarsanız olabildiğine cömert davranacaktır," dedi.

Hazel arabacıyı dinliyor ancak o vakitte bahçeyi seyre daldığı için kendini etrafa bakmaktan alamıyordu. Gülümsedi ve bu içini sıcacık eden yere bakarken bir an evvel yaşlı kadınla tanışmak için içten içe heyecanlandı.

🍇

MY LORD Where stories live. Discover now