Tutuk Ruhlar

7.6K 714 75
                                    

Dört yıl önceki çalkantılı bir ruh halimden çıkan, bana hayal kırıklığı getirmesine rağmen unutmak ya da kaybetmek istemediğim bir hikaye. Güzel mi değil mi bilmiyorum, eski bir usb'de çürümüştü bulduğumda. Dokunmak, değiştirmek istemedim.

Güneşin karların üstünde dans etmeye başladığı bir günde insanın mutlu, huzurlu ve dinç olması gerekirdi normal şartlar altında. Ancak bunun onun üzerinde bir etkisi olmadığı kesindi. Bırakın huzurlu ve dinç olmayı, kafasını zonklatan baş ağrısından kurtulabilse ona yetecekti. Karşısında oturan hastasına ilaçlarını yazarken, ne kadar yorgun olduğunu düşündü çaresizce. Kafasını şu an koysa, saliseler içinde uykuya dalabilirdi. Üstelik bir de nöbeti vardı bu gece. 

Hastası kapıdan çıkarken dayanacak gücü kalmadı daha fazla, kafasını masasına yasladı. 

Sadece bir dakika, diye düşündü. Bir dakika uykuya dalsam yeter... 

Aynı anda kendisine doğru yaklaşan ritmik sesleri duydu. 

Tak, tak, tak... 

Kalbi sebepsizce hızlandı, kendisine yaklaşan sese kalbinin gümbürtüsü karıştı. Gözleri aniden açıldı ve başını yavaşça kaldırdı. Koltuk değnekleri... Belki yüzlerce kez görmüştü bugüne kadar. Peki, neden şimdi bu kadar etkileniyordu? Gözlerini karşısında duran kızın yüzüne çevirdi. Bir iz aradı gözlerinde... O olduğuna dair bir ipucu. Ama yoktu. Kızdaki hiçbir şey adamın zihninde çağrışım yapmadı. Gayriihtiyari, yıllarca bırakın düşünmeyi, aklına bile getirmeyi reddederek baskıladığı anılar gözlerine doldu.

Yılın büyük kısmını karlar içinde geçiren küçük bir kasabada yaşıyorlardı. Karlı ve buz gibi havada annelerin çocuklarını dışarıya çıkarmamaları beklenebilirdi ancak tam aksine, sadece gözleri dışarıda kalacak şekilde atkıya sarınmış, minik kafaları kocaman şapkalarının içinde neredeyse kaybolmuş, onları olduklarından elli kilo daha şişman gösteren paltolarıyla çocukların karlara bata çıka oyunlar oynadığı bir kasabaydı burası. Neredeyse tüm evlerde geçerli olan tek bir kural vardı ki o da akşam ezanına kadar çocukların mutlaka evde olmaları gerektiğiydi. 

Küçük çocuk her okul çıkışı yaptığı gibi alelacele yemek yemiş, atkısını rastgele boynuna savurmuş ve annesinin bağrışlarını duymazlıktan gelerek kendini sokağa atmıştı. Sağlıklı ve oldukça enerjik – hiperaktif denecek kadar – bir çocuktu. Derslerini pek önemsemez ancak akşam ezanından sonra evde patlamaya hazır bir bomba haline gelmemek için onu oyalayacak macera kitapları okurdu. 

O gün, beyaz karların üzerinde gün ışığı parlıyordu ve bu yüzden de çocukların çoğunun yüzünde ayrı bir neşe vardı. Küçük çocuk da dün babasıyla birlikte yaptıkları kızağı, özenle dışarı çıkardı ve arkadaşlarının hayran bakışları eşliğinde kayacağı yokuşa doğru ilerlemeye başladı. Yaklaşan arabanın sesini duyunca babasının geldiğini sanıp arkasına döndü ama yaklaşan araba daha önce buralarda görmediği bir arabaydı. Karşı eve yeni birilerinin taşınacağını duymuştu, gelen onlar olmalıydı. Araba durunca arka kapı açıldı, paltosuna sıkı sıkı sarınmış bir kadın indi. Onu ilk defa o zaman gördü. Arabanın içinde, giydiği onca kazak ve paltoya rağmen zayıf ve çelimsiz görünen, buradaki bütün çocukların aksine bakışlarından umutsuzluk taşan bir kız çocuğu. Kadın, çocuğu kucağına alıp dışarı çıkardı. Çocuğun gözleri kadının diğer elinde duran koltuk değneklerine takıldı. Kız, çocuğun bakışlarının nereye takıldığını görüp, gözlerini kapattı ve orada olmamayı dilermiş gibi başının annesinin göğsüne gömdü. Bakışlarını hızlıca kaçırdı çocuk ve elindeki kızağı ardından sürükleyerek evine girdi. Annesi çocuğu karşısında görünce endişelendi. Onun bu saatte eve girmesi görülmüş şey değildi. Dudaklarını büzmüş, masum masum oturan yavrusunun yanına gidip, elini alnına dayadı ve ateşini kontrol etti. Fiziksel olarak hiçbir rahatsızlığı yok gibi görünüyordu. 

Dilek DefteriHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin