Boyalı Yürek

19K 1.2K 462
                                    

Boyalı Yürek, aslında çok daha karmaşık ve ayrıntılı bir kurguydu. Kolye'den sonra yazmaya başlamıştım ve uzun bir hikayeye dönüşebileceğine inanıyordum. Fakat sonra araya Su Cinleri girdi ve Boyalı Yürek'i uzun tutma niyetimden vazgeçtim. Böylelikle kısa hikaye olarak can buldu...

-1-

Gittikçe azalan ışıkta, halk eğitim merkezinin atölyesinde tuvale eğilmiş, fırçayı aklımda yaşayan o eşsiz sahneyi resmetmek üzere hareket ettiriyordum. Bir rüyada ya da belki de bir filmde görmüştüm bu sahneyi. Hangi ihtimal gerçek olursa olsun, parmaklarımda kuruyan guaj boya bana tarifi imkansız bir özgürlük hissi veriyor; bir sebebi olmaksızın gülümsetiyordu beni.

"Hala burada mısın sen?"

"Hmmm...." diye ünledim, gözlerimi tuvalden çekmeden. Yanıma gelip, tuvale eğildi ve çizdiğim soyut insan suretine ilgiyle baktı.

"Nereden aklına geliyor böyle şeyler?" dedi adam, gülerek. "Hayal gücüne hayranım Şebo."

"Bana Şebo deme." diye mırıldandım. Cevap vermedi.

"Akşam oldu." dedi birkaç dakika sonra. "Çıksak ya artık."

Derin bir iç çektikten sonra, gerçek hayata geri dönerek ayaklandım. Ellerimi yıkayıp tuvalin üzerini örttüm ve masanın üzerinden çantamı aldım. Adam masaya yaslanmış, gülümseyerek yüzümü inceliyordu.

"Evine bırakmamı ister misin?"

Dil çıkardıktan sonra geri geri yürüyerek el salladım ve dışarı attım kendimi. Birine bağımlı olmak fikri dehşete düşürüyordu beni. Cüzdanımda otobüse verecek kadar dahi para kalmadığını bildiğim halde, karanlıkta tek başıma yürümek pahasına adamın teklifini reddetmiştim. Üstelik fazlasıyla alışkındım bu duruma.

Karanlık sokağa adım attığımda, ellerimi ceplerime yerleştirip sakince yürümeye başladım. Serin bir pazar akşamıydı; hafta sonu yine acımasız bir hızla geçip gitmişti.

Yanlardan patlayan ayakkabılarım su birikintilerine girdikçe, çorabımın ıslanmasına neden oluyordu. Kirası ucuz bir çatı katı evinde yalnız oturuyor, atölyeden kazandığım beş kuruşluk parayla lise harçlığımı çıkarmaya çalışıyordum. Yeni bir ayakkabı için uzun bir süre daha beklemek zorundaydım. Zavallı ayakkabımın açılan bağcıklarını bağlamak için yere eğildim. Arkamdaki belli belirsiz ayak seslerini de o zaman fark edebildim. Omzumun üzerinden başımı hafifçe arkaya çevirdiğimde, yaklaşık yirmi metre gerimde yürüyen iki adamı gördüm.

Adamlardan birini yalnızca yürüyüşünden bile tanıyacak kadar tecrübe kazanmıştım. Yutkunarak önüme döndüm ve acil durumda yapılması gerekenleri kafamda ardı ardına sıraladım.

Sakin ol. Derin bir nefes al. Koş. Evini görmelerine izin verme. Gerekirse saklan ama izini kaybettirmedikçe eve dönme.

Defalarca uygulamıştım bu yöntemi. Derin bir nefes alıp, yerden kalkar kalkmaz bütün gücümle koşmaya başladım. Aynı anda arkamdaki adamların da koşmaya başladığını duydum.

Evimin yoluyla ilgisiz bir sokağa saptım ne var ki bu kez şansım yaver gitmemişti. Çıkmaz sokaktı, geri döndüğüm anda kendimi onların kucağına atmış olacaktım. Sokağın dip bucağındaki tamamlanmamış inşaata girip kendimi beton rengindeki merdivenlere attım ve üst kata kadar tırmandım. Kolonlardan birinin arkasına gizlenip nefesimi tuttum.

Birileri merdivenlerden hızla çıkıyor, öfke dolu homurtular ayak seslerine karışıyordu.

"Ulan var ya, bir kez daha elimden kaçarsa o kız!"

Dilek DefteriHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin