Bana Ait

4.7K 537 50
                                    

Hikaye değil, birkaç anı sadece.

Kış mevsimi yanılmıyorsam, aylardan bilmem ne, teneffüste bahçede tek başıma dolaşıyorum. Evde sorunlar var bir takım ama küçük olduğumdan mütevellit bu olan şeylerin getirdiği huzursuzluk dışında ne olduğundan bihaberim. Kardeşim hasta, evde yatıyor, okula yalnız gitmişim o gün. Sigorta ödenmiyor, doktora gitsen bir ton para o zamanlar. Kara kara düşünüyorum. Birden yanımda bitiyor, elinde çokokremin tüp çikolatalarından var. Benim en sevdiğim çikolata, nereden biliyor en sevdiğimin o olduğunu bilmiyorum ama tüp çikolatayı alıyorum elinden. Teşekkür ediyorum kısık sesle. Başımı okşuyor, "Neye ihtiyacın olursa bana söyleyebilirsin." diyor ciddiyetle, sanki ben büyük adammışım gibi. O an, bir kez daha hayran oluyorum ona; minnetimi ifadeye dökmekte zorlanıyorum, gülümsüyorum sadece. Kocaman, dünyayı içine sığdırabileceğim gülümsemesinin yanında benimki bir hiç...Yine de gülümsüyorum, tüp çikolatanın karşılığında verebileceğim başka hiçbir şey yok çünkü elimde.

Daha önce ya da daha sonra - insan zaman geçince, olayların sırasını da karıştırıyor -, doğum günüme bir iki hafta kalmış. Ben daha doğum günümde pasta görmemişim, sınıftaki bütün çocuklar doğum günlerinde sınıfa süslü pastalar getiriyor, konfetiler getiriyor...

O, doğum günüme iki hafta kala, hepimize teker teker doğum günlerimizi soruyor. Bana sıra gelince utanarak söylüyorum, sınıfın sorularına maruz kaldıktan sonra da yine utanarak, "Ama sınıfta kutlamayacağım." diyorum. Sıra başkasına geçiyor, ben bu durumdan mustarip ya da müteessir hissetmiyorum her nedense.

Aradan zaman geçiyor, günlerden doğum günüm. O, sınıfa elinde kocaman çikolatalı pastayla giriyor. Üzerinde beyaz bir gofret var, üzerinde 'iyi ki doğdun zeynep' yazıyor. Sınıfın pastayı onun aldığından haberi yok, sanki pastayı ben almışım, kutlamayı ben düzenlemişim gibi her şey. O kadar mutluyum ki pastaya bakarken, mutluluktan ağlayabilirim. Teşekkür etmek istiyorum yine, edemiyorum, gülümsüyorum yalnızca, elimde kafi gelmediğini hissettiğim o gülümsemeden başka hiçbir şey yok.

Bu olaydan daha önce, evet bu kez daha öncesinde yaşandığına eminim. Sınıftaki hiç kimse - aynı mahallede oturduğum kız hariç - kaldığım evi görmemiş. Ben eve gidip gelirken sınıf arkadaşlarımın kaldığı evleri görüyorum, böyle zamanlarda ara ara kaldığım evden utandığım oluyor. Çünkü orası bir gecekondu, tarla evi, tek katlı, duvarlarında yer yer çatlaklar olan, babamların zamanında elleriyle yaptığı bir yer. Duvarlarındaki çatlaklar bazen o kadar derin geliyor ki gözüme, çatlakların beni içine çekmesinden korkuyorum. Tarla evini kızdıracak herhangi bir şey çıkarsa ağzımdan, bizi cezalandırmasından, üzerimize kapaklanmasından endişe ediyorum. Hey gidi hayalperestlik...

O, bir gün, evimize gelmek istediğini söylüyor. Eve gidip anneme söylüyorum. Hepimizde bir heyecan...Evi derliyoruz, topluyoruz, tarla evinin her köşesini süpürüyoruz çalı süpürgeyle. Saatler geçmek bilmiyor sanki, yerimde duramıyorum. O, geniş, hızlı adımlarla görünüyor yol başından. Ellerinde meyve poşetleri var. 

Bizim ikinci el koltuklardan birine oturup, kolunu omzuma doluyor, saçlarımı okşuyor arada sırada, hakkımda güzel şeyler anlatıyor ama heyecandan çoğunu anlamıyorum. Az oturuyor, kalkıyor hemen, üzülüyorum...

Kül kedisine dokunan peri annenin elleri çekiliyor sanki üzerimden, onun gidişiyle...Ben, kaldığım evden utanmamayı öğreniyorum onun gidişiyle. Artık huzurluyum, tarla evinin çatlakları bile arada gülümseyen yüzleri hatırlatıyor bana. 

Tarla evi ne parkelerle kaplı ne de fayanslarla...Tarla evinin zemini betonla kaplı, betonun üzerinde ağaç dallarıyla çizilmiş şekiller, yazılar var. Bu yazıların her birinde bir hikaye, bir hatıra...Babaaannem yazmış kimisini, kimisini babam yazmış, bazısını amcamlar...O yazıları okuyorum, o yazıların üzerinde dolaşıyorum, tarla evinin ruhu kalbimde atıyor sanki. Artık huzurluyum...

O evden ayrılma vakti gelip çatıyor, ben artık çatlaklarından gün ışığı sızmayan bir evde yaşamak üzere gidiyorum, o tarlanın üzerine yıllar sonra Kavak Yelleri dizisinin çekileceği devasa bir villa dikiliyor. Yolum oraya her düştüğünde, öldürülen bir ruhun ayak seslerini duyuyorum, rüyama giriyor, hala eskisi gibi, çatlaklarından gülümsüyor bana.

Başka bir anı daha, bu anı hangi zamana ait? Bilmiyorum...

Bir resim veriyor elimize. Resimde devasa bir havucu topraktan çekmeye çalışan kocaman bir aile var. Bu resimden yola çıkıp kısa bir hikaye yazmamızı istiyor. Benim ilk hikayem, kelimelerle oynadığım ilk oyun bu. Hoşuma gidiyor, yazmaktan hoşlanmak neyin nesi? Eline alıp okuyor hikayemi, sevinci gözlerimi yaşartıyor. "Yaz," diyor bana. "O kadar güzel olmuş ki!"

Ben de yazıyorum, küçük boy defterim var yamuk yumuk harflerimle dolu, hiçbir şeye benzemeyeceğine emin olsam da yazmaya devam ediyorum...Çünkü artık gülümsemekten başka verebileceğim bir şey daha var elimde...

Zaman geçiyor aradan, büyüyorum, O'ndan koparıyor beni zaman. Sönüyorum yer yer, tekrar yakıyorum fitilimi, sonra tekrar sönüyorum, karanlıktayım bazen, bazen aydınlıkta körleşiyorum. Bana hakkını helal etmediğini duyuyorum başka birinden. Sebebini anlatmak, sebebine emin olmak zor. Ben, onun istediği biri gibi olamadım muhtemel. Oysa hep olmak istediğim kişi olmak için çabaladım, o bu çabalarımı göremeyecek kadar uzaktaydı, bu yüzden de onu suçlamadım hiçbir zaman.

Sonra geçen yıl durakta otobüs beklerken görüyorum onu. Uzun, kahverengi saçlarına ak düşmüş, zayıflamış biraz. Renkli elbiseleri geride bırakmış, ciddi bir görünümü var. Arkasında sekiz dokuz tane minik çocuk, onları peşine takmış, yürüyor kaldırımda. Gözlerimiz buluşuyor. Ben gülümsüyorum yine, o da gülümsüyor. Eliyle 'gel' anlamında işaret ediyor. Otobüs göründüğü halde karşıya geçip yanına gidiyorum. Sarılıyoruz, ağlamak üzere olduğumu belli etmemek için konuşmuyorum. Kokusu hala aynı; biraz sigara karışmış, biraz parfüm, biraz öğretmen kokuyor. Tebeşir kokusu gitmiş artık; tebeşirler yok, kara tahta yok artık, öyle ya!

Nasıl olduğumu soruyor, "İyiyim." diyorum. Yeni çocuklarına beni anlatıyor, anlattıklarının çoğunu duymuyorum, tıpkı yıllar öncesi gibi, büyüdüm aslında, neden hala böyleyim? Şapşallık, yaşla eksilmeyen bir meziyet bende. Ayrılıyorum oradan, bir daha tesadüfler dışında görüşmeyiz, biliyorum...

Bugün yine hatırlıyorum onu. Günün kutlu olsun güzel insan...

Eskiden, sana verebileceğim tek minnet ifadesi olan tebessümü küçümserdim. Şimdiyse sahip olduğum onca şeye rağmen, o içten tebessümü arıyorum; meğer, sahip olduğum en güzel şeymiş o tebessüm...Keşke sahip çıkabilseydim, affet.


24.11.2015//ZY





Dilek DefteriHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin