Bir Tohum Hikayesi

5.9K 598 96
                                    

Çok severek yazdım be, kopmak çok zor oldu :) Umarım siz de seversiniz. İyi okumalar dilerim...

Her şey iki bin beş yılının sonbaharında, okulun bahçesinde ayakkabımın içine giriveren yıldız şeklindeki bir tohumla başladı. Yürüdüğüm yerde tabanıma batan bu tohumu ilk başta küçük bir taş zannetmiştim. 

"Dur." dedim, Sarı'ya. "Şu ayakkabımın içindekini çıkarayım." Omzundan tuttum Sarı'nın, sonra da tek ayak üstünde durarak öteki ayakkabımı çıkarıp silkeledim yere. 

"Ne o? Boncuk mu?" dedi, Sarı. 

Yerde duran küçük, siyah yıldıza baktık ikimiz de. Ondan önce davranıp yere eğildim ve aldım o şekli. Boncuk değildi, taş değildi, üzerine bastırdığımda hafifçe esneyen, beş kollu, tırnağım büyüklüğünde bir tohumdu bu. 

"İster misin çiçek tohumu olsun?" dedim neşeyle. 

Sarı yere eğildi, benim hizama yaklaştı ve parmak ucumda duran yıldıza daha yakından baktı.

"Diğerlerini de çağırayım, çeşmenin yanına ekelim, bakalım ne çıkacak?" dedi. Başımı hevesle salladım.

Sarı gittiğinde, tohumu avuçlarımda sıkıca saklayarak bahçenin dip köşesindeki, hayırseverin birinin iki yıl önce yaptırdığı çeşmeye doğru yürüdüm. Ben oraya vardığımda, Şarköylü, Saraylı ve Kulaksız, Sarı'yla birlikte okul binasından henüz çıkmaktaydılar. 

Saraylı rahatına düşkün, güzellik timsali, neşeli bir kızdı ve benim de en yakın arkadaşımdı. Kulaksız vurdum duymazın tekiydi, üşengeçliğinden üç buçuk saatlik yolu tepip evine gitmez, aylarca yurtta pineklerdi. Ama bunun dışında onu severdim, hangi açıdan bakılırsa bakılsın güvenilir, temiz bir çocuktu. Şarköylü ise Sarı'nın en yakın arkadaşıydı, sessiz, sakin, yukarı köylerden birinde oturan, çalışkan bir oğlandı. Aramızda yurtta kalmayan tek kişiydi.

Geriye Sarı ve ben kaldık yalnızca. Biz yurdun gediklileriydik; ben kız yurdunun, Sarı ise erkek yurdunun. Elimize üç beş kuruş geçtiğinde, bunu ülkenin öteki ucundaki evlerimize gitmek için değil de mahallenin internet kafesinde oyun oynamak ya da kantinden zula yapmak için harcardık. Sarı duygusal, ağlak, hayalperest bir çocuktu. Bense onun tam tersine, düz kafalı, erkek fatma tipinde bir kızdım. Sarı'ya etek yaraşırdı, bana pantolon. Aramızdaki bitmeyen geyiğe göre; o pantolon mahkumu, bense etek mahkumuysam bunun tek sebebi, dünyaya gelirken ruhlarımızın yerleşecekleri bedeni karıştırmış olmalarıydı. Dolayısıyla çoğunlukla çekişir, yine de ayrı kalamazdık. Lise bittiğinde ayrılacak olmamız çoğu zaman akıl almaz bir fikir gibi gelirdi, bu nedenle aynı üniversiteye gidebilmek için ben ders çalışmıyorum diye o da çalışmazdı. 

Ama o sonbahar, lisenin bitimine iki yıl vardı daha. Ayrılıkları tartışmak için erken bir zamandı. 

Çeşmenin başında onları beklerken avucumdaki terden dolayı filizlenmesinden endişelendiğim tohumdan başka bir tasam yoktu.

"Ne tohumu bu?" dedi, Şarköylü yanıma yaklaşırken.

Avucumu açıp gösterdim. "Çıkarsa bizim fidanımız olacak, dokunulmaz olacak, bir çeşit işaret gibi."

"Emin misiniz tohum olduğuna?" diye sordu Saraylı. Sarı, güçlü, dalgalı saçları, benim siyah ve pörsük saçlarımın aksine canlı ve düzgündü. Konuştuğu yerde rüzgardan dolayı ağzına dolan saçlarını iki yana atmaya çabalıyordu.

"Emin değilim." dedim. "Neyse ne."

Sonra onları arkama alıp çeşmenin yanındaki toprağı elimle kazmaya başladım. Sarı gelip yardım etti, küçük bir oyuk oluşturduktan sonra tohumu özenle yerleştirdim, ardından üzerini kapattım. Kulaksız çeşmeden bir avuç su taşıdı, küçük tümseğin üzerine attı. 

Dilek DefteriHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin