15. ''Rüşvet'' ☼

8.9K 477 305
                                    

 Zaman bir türlü geçmek bilmiyordu. Melanie dakika başı saatine bakıyordu ancak üç olmasına daha asırlar varmış gibiydi. Ödevlerini yapmaya kalkıştı, birkaç sorudan sonra sıkılınca şehirde küçük bir tur attı. Bir yandan da kendini fazla kaptırıp saati kaçırmamaya özen gösteriyordu. 

 Saatin kadrajındaki siyah akrep üçe bir saat kaldığını gösterdiğinde yerinden fırladı. Eğer gideceği yer uzaksa Mark muhtemelen erken yola çıkardı, önlem almalıydı. Mark'ın kulübesine ilk geldiği anı dün gibi hatırlıyordu. Edward'ın dalga geçtiğini düşünmüştü. İçindeki umut ışığı solmak üzereyken Mark ona her şeyin gerçek olduğunu ve bir başka aday gelmesini sabırsızlıkla beklediğini söylemişti. O gün, hayatının büyük ölçüde değiştiği gündü. 

 Ve şimdi Mark'ın yaşadığı yere gelmesinin sebebi çok daha farklı ve heyecan vericiydi. Onu takip edip sırrını öğrenmek için buradaydı. Ne ara bunu yapacak cesareti bulmuştu kendisinde? Şımarıklık ediyor olamazdı, değil mi? Bir şeyleri öğrenmek hakkıydı.

 Kulübenin etrafında kimse yoktu, bu iyiydi çünkü birisi onu Mark'ın peşine sinsice takılmış bir şekilde görürse, her şey ortaya çıkabilirdi. Kulübenin duvarının arkasına geçip Mark'ın çıkmasını bekledi. Daha iki saniye olmadan onun açık renk bukleleri gözüne ilişti. İşte oradaydı ve tahmininde haklı çıkmıştı. Edward'ı bekletmemek için bir saat önceden işe koyuluyordu. Bu kadar her şeyin zamanında yapılması gerektiği kadar önemli ne olabilirdi ki? Bu soruyla daha da heyecanlandı. 

 Bunları düşünürken Mark ondan uzaklaşmıştı. Hemen ardından gidip arayı kapattı. Ah, tamam. Şimdi ne yapacağını bilemiyordu. Birini takip etmek gözüne epey kolay görünmüştü ancak bundan sonra nasıl devam edeceği hakkında hiç beyin fırtınası gerçekleştirmemişti. 

 Aralarında birkaç metrelik mesafe kalacak kadar bekledi. Mark'ın adımları hızlıydı. Bazen bir ses duymuş gibi durup pür dikkat kesiliyordu. Bu temkinli hareketler Mel'i korkutuyordu. Onu görmesi an meselesiydi, arkasına baktığı anda, her şey biterdi. Ne sırrı öğrenebilirdi ne bir daha onların güvenini kazanabilirdi. 

 Melanie şanslıydı. Mark daha önce bilmediği ağaçlık yolların içinden geçiyor, bu da işini kolaylaştırıyordu. Etrafta cinsini hatırlayamadığı kalın gövdeli ağaçların olması takip işinde yeni olmasına rağmen saklanabilmesini sağlıyordu. 

 Dakikalar birbirini kovalarken Melanie artık yorulmuştu ve önceki kadar dikkatli değildi. Bastığı her yere dikkat etmesi lazımken, ormanda yürüyüşe çıkmış gibi sakindi. Çeşit çeşit bitkilerin içinden geçiyordular. Ormanda sadece yeraltına özgü, dünyadakiler tarafından keşfedilmemiş hayvanların sesleri duyuluyordu. Eğer buraya gece gelmiş olsaydılar Melanie ürkebilirdi. Groundiam'da saatler ilerledikçe değişen ışık farkı yok denebilecek kadar azdı. Gündüz de gece de hafif loş bir hava hakimdi şehre. Ancak yine de gece olduğunu bilmek etraf karanlık olmasa da nedensiz bir şekilde rahatsız verirdi. Hah! Sanki akşam olup herkes uyumaya hazırlanınca esrarengiz yaratıklar çıkıyordu ortaya. Acaba yukarıda da böyle batıl inançlar var mıdır, diye düşündü Mel. 

 Bir kırılma sesi, ormanın sessizliğine balta gibi indi. Melanie daha anlayamadan Mark ''Kim var orada?'' diye haykırmıştı bile boşluğa doğru. Aşağı baktığında, ayakkabısının altındaki ikiye ayrılmış dal parçasını gördü. Hay aksi! Hemen geldikleri yoldan dönüp kendini çalılıkların arkasına attı. Evet, gerçekten attı! Düşmenin etkisiyle başı şiddetle ağırır ve omzu sızlarken Mark'ın sesini bir kez daha işitti. 

 ''Seni duydum.'' 

 Mark'ın ayaklarının zeminle buluşma sesi kulaklarında çınladığında nefesini tutuyordu. Varlığını hissediyor ve onu görmemesi için büyük çaba sarfediyordu. Hiçbir şey bulamayınca Mark Edward'la olan buluşmaya gecikmemek için olacak ki çevresini son kez tarayarak yoluna devam etti. Melanie gittiğinden emin olunca yerden kalktı ve üstünü silkeleyerek tekrar işe koyuldu. 

Yeraltı GüneşiWhere stories live. Discover now